19 Temmuz 2012 Perşembe

Dilemma'nın D'si






Kalmakla gitmek arasında müthiş bir dilemma. Biz, çok sevgili İzmirlilerde, yıllardır var olan gelgit silsilesinin neden-sonuç denklemi henüz kimse tarafından net olarak çözümlenememiştir.

İzmir’de kalanlar ‘gitse miydik acaba yaaa?’ diye Blush’larından birer yudum alıp bir şey kaçırıp kaçırmadıklarını ölçüp tartıp biçerken, gidenler ‘kalsa mıydık yaa?’ diyerek bol pencereli plazalarında full konsantrasyon çalışmalarına devam etmektedirler.

İlk yıllarda kalanlar ve gidenler birbirlerine ‘ sen ne iyi ettin’ diye atıfta bulunur pohpohlarken ‘acaba’ hissi her iki tarafı da kasıp kavurmaya devam etmektedir.

İstanbul’a gidenlerin en mutlusu bile aşağıdakilerden en az biri, en çok hepsinden illa ki etkilenip ya sabır çekerek kimi zaman krizi teğet geçmiş kimi zaman tam 12’den vurmuşlardır. Trafikten, kalabalıktan, uyanık insanlardan, emlak fiyatlarının tavan yapmasından, hain yöneticilerden, yüksek kiradan veya çalışma saatlerinden dem vurulurken İzmir’de kalanlar sadece istedikleri işi yapamamaktan yakınırlar.  Her iki tarafın da birbirinin yaşam tarzına duyduğu özlem sık sık dile getirilir.

İstanbullu olmaya yüz tutmuş İzmirli istediği işi yapmakta ancak o kadar sürünmektedir ki, ‘ hay istediğim işi yapmaz olaydım da annemi dinleyip ingilizce öğretmeni olaydım’ veyahut ‘ babacığımın işine devam etseydim de tüm paramı kiraya vereceğime, İzmir’de efendiler gibi yaşardım’ demeye başlar. 

Büyüyüp de zaten ne zaman nasıl evlendiğini tam da anlayamadan bir de çocuk sahibi olan orta yaş skalasının yeni adayları hayat gayesi içinde ne zaman ne karar verdiklerini ve neden bu kararları vermiş olduklarını komple unutarak ‘çocuk için’ teması altında yaşamlarına yön verirler.

Tüm bu yoğun değerlendirmenin mevsimsel etkileri de mutlaka bünyelerde hissedillir. Yazın hepimiz İzmirliyizdir. Çünkü Çeşme İzmir’e otomobille sadece 45 dakika uzaklıkta iken İstanbul’dan altı, yedi saattir. İzmirli her haftasonunu tatil kıvamında yaşarken, İstanbullu sıcaktan kavrularak trafikte çürür, pis havuza girmekten gözleri mikroplanır, idrar yolları enfeksiyon kapar. Bu süreçte İstanbul’dan nefret ettiğini dile getirse de eylül oldu mu bir sonraki hazirana kadar İzmir’in yüzüne bakmamak da son derece olağan bir tavırdır.  

Otuzbeşinden sonra fevkaladenin fevkinde bir iş kadını-adamı olma hayali çöpe gönderilerek kutsal topraklara dönüş de yapılabilir, çocuğunun büyüme evrelerinin hiçbirine şahit olmamayı seçerek iş hayatında at da koşturtulabilir. Seçim o an, o yaşta neye ihtiyaç duyduğunla alakalıdır. Aksiyon dolu bir hayatta iyi, kötü sürprizlere her an hazırlıklı olarak bir bilinmezlikte yol almak mı? Yoksa sakin ve huzurlu bir ortamda minimum riskle maksimum hazzı yakalamaya çalışmak mı? Anlayan gelsin, bilen anlatsın.

3 Temmuz 2012 Salı

Kanun Namına Okuyun.



Kanun namına harika bir yıl geçirdik, geçiriyoruz. Her uyandığımızda sürprizli yepyeni bir tutuklanma, yargılanma, ceza, tahliye kararıyla bilgi dağarcığımızı olabildiğince genişletiyoruz.

Hepimiz azılı katilleri yakalayan birer polis, çözümsüz davaların şövalyeliğini üstlenen birer avukat, en zor davaları nihai karara ulaştıran birer hakim olduk çok şükür. İş yerinde, yemekli toplantılarda, twitterda, facebookta, otobüste, kumsalda adaletin peşinden koştuk...

İsterim ki; adli tatil ve yaz sarhoşluğu sebebiyle bu davalardan kopup savrulmayın tam tersine yepyeni ve etkili komplo teorileri üretmek adına sizler için seçtiğim polisiye, gerilim adı altındaki kitaplardan beslenin, etrafınızı besletin.


1. Agatha’nın Anahtarı:   Yaz yaz ne polisiyesi bas git diyenler için Ahmet Ümit’in kısa kısa hikayelerinden oluşan, diğer kitaplarına göre fazlasıyla ince olan bu kitabı kumsalda size eşlik etmesi adına tavsiye edebilirim.

2. Ölülerin Fısıltısı: Yaz akşamı hafif esen rüzgar sebebiyle tüyleriniz azıcık diken diken olurken İngiliz antropolog Dr. David Hunter’ın takıntılı bir katilin gizemini çözme yolunda başına gelenleri anlatan, dünya çapında 7 milyon satan bir bestseller neden size eşlik etmesin?

3. Büyük Uyku: İlk kez 1939 yılında yayınlanan kült bir eser. Ruhu yaralanmış ve bir kaç kez intihara teşebbüs etmiş olan yazar, senarist Raymond Chandler’ın Amerikan polisiyesini bir solukta okursunuz, rahat olun. Humphrey Bogart ve Lauren Bacall eşliğinde filmi de yapılan kitap aynı zamanda damaklarda nostaljik bir tat bırakıyor.  

4. Sisle Gelen Yolcu: Stres severler için vazgeçilmez bir isim olan Jean-Christophe Grange’in yeni kitabı raflarda beyler bayanlar. Kızıl Nehir, Taş Meclisi, Kurtlar İmparatorluğu gibi kitaplarından sonra yeni oluşumun da hepimizi heyecanlandırmasını diliyorum.