14 Ağustos 2011 Pazar

Sapphire mi? Bir daha zor...


Açıkçası en yüksek bina, en büyük alışverişmerkezi gibi tanımlamalara sıfır sempatiyle yaklaşsam da, Sapphire’in 360 derecelik İstanbul manzarasında Tuluyhan Uğurlu Konseri’ni okuduğumda hemen bileti aldım, sayısız kişiye tavsiye ettim... Muazzam bir yaz akşamında, güzel bir manzarayla Tuluyhan Uğurlu’nun piyanosu, dolunay ve İstanbul...

Herşey bu kadar da keyif verici olabilir mi diye düşünürken, kafamda kurduğum dünya bir bir şu şekilde yıkıldı...

Sapphire’in çatı katına çıkmak için ilk olarak oldukça uzun bir asansör sırasına girdik, yaklaşık onbeş dakika bekledikten sonra tam bize sıra gelmişken bir güvenlik görevlisi gelip bizi başka bir asansöre götüreceğini söyleyerek sıradan çıkarttı aldı... Olayı çakan diğer konuklar sıranın sonundan çıkıp bizi takip etmeye hatta önümüze geçerek diğer asansörün ön saflarında kendilerine yer edinler... Yirmi kişiyi bir asansöre dolduran görevli kaçıncı kata basacağımızı söylemeden ortamdan uzaklaştı ki, biz daha önce hiçbiri Sapphire ayak basmamış olan konuklar kendi aramızda oylama yaparak nihai karara ulaştık ve yukarı doğru yol aldık...

Yukarı çıktığımda esasında dışarıda olacağını sandığım konserin üstü kapalı bir konferans salonunda gerçekleşeceğini öğrendim. Bu hayalkırıklığından sıyrılmamda yanımdaki dostların oldukça etkisi oldu lakin konferans salonunun içine girdiğimde ortam karabulut gibi üzerime çöktü... Ufacık bir salona 500’e yakın kişiyi sığdırmak için dip dibe dizilen sandalyeler, çalışmayan havalandırma, bitmeyen uğultu, 2 tane piyanonun başında, 2 tane arkada olmak üzere konulmuş toplam 4 adet plazma tv ve duvara yansıtılan projeksiyon aleti ışığı, ve tepeden gelen kırmızı ışıkla kendimi bir düğün salonunda hissettiğimi söyleyebilirim... Kırmızı ışığın yok olacağına, tv ve projeksiyondan yansıyan görüntünün kararacağına dair olan inancım sadece bir saftiriklikmiş. Çünkü bu destekleyici yan elemanlar konser boyunca dönecek olan bir sunum sebebiyle sahnedeki yerlerini almışlar...

Biz salona girdikten yaklaşık 10 dakika sonra, asansörün kalabalıklığından dolayı konsere geç başlanacağı ilan edildi. Saatlerdir iki asansör yerine tek asansör çalışan organizasyon sahipleri sanıyorum yeni akıllanmışlardı...

İçeride konser başlasın diye alkış protestosu sürerken organizasyon yetkilileri alkış yapan sinirli kalabalığın fotoğrafını çekiyordu ki bence bu gecenin en iyi özetiydi...

Tuluyhan Uğurlu sahneye çıktıktan sonra sanki biraz önceki protestoyu başkası yapmış ve bu konuklar zorla odaya kapatılmışlar gibi uzun bir süre fısıldaşmaya, odaklanmamızı engellemeye devam ettiler. ( plazmalar zaten oldukça yoruyorlardı...) Ben bulunduğum yeri oldukça yadırgarken, yan tarafımda ayakkabısı çıkaran bayan, arkada sevgilisiyle durmaksızın fısıldaşıp gülen genç kadın, sağ tarafda duvara yansıyan projeksiyon ışığını zıplayarak engellemeye çalışan küçük çocuk, arka tarafta ‘klimayı açamazsınız donuyoruz tam tepemize geliyor’ diye bağırarak geride kalan 499 kişi adına karar veren kadın oldukça rahattılar...

Tuluyhan Uğurlu’yu ilk kez bundan ondört sene önce İzmir’de dinlemiş, kendisine hayran kalmıştım... Daha sonra konserleri oldukça kaçırmamaya çalışsam da son senelerde bir türlü denk getirip O’nu canlı dinleyememiştim..

Oldukçada değişmiş olduğunu söyleyebilirim... Her çaldığı eserinden sonra mutlaka ayağa kalkıp selam veren, öpücük gönderen, sahnenin üç tarafını dolaşan Uğurlu beni şaşırttı... Benim bildiğim klasik müzik konserlerinde müzisyenler sadece yarının bitiminde alkışlanır, kendileri de sürekli alkışlanmaktan rahatsız olurlar. Onlar eserleriyle uçup giderken seyirci de onlara eşlik ederek bulundukları mekan ve zamandan uzaklaşırlar ve durmadan süregelen bir alkışın bu birlikteliği bozmasına izin vermezler.... Ancak bu gecenin buna imkan vermeyeceğini konserle beraber başlayan çoğunluğu İstanbul görsellerinden oluşan sunum sebebiyle anlamalıydım... Piyano dinlemeye mi yoksa gayet amatörce hazırlanmış power point sunumda yazılı olanları mı okuyalım anlamak zordu... Müziğin görsellikle, görselliğin de müzikle desteklenmesinin en kötü örneklerinden birini izlediğimi sanıyorum. Bir sanat danışmanına veya sahne tasarımcısına ihtiyaç duyulduğu çok netti...

Arka taraftaki bayan rahatsız olduğu için hiç nefes alamadığımızdan ve beş dakika aralıklarla alkış yapmak zorunda bırakıldığımız için, biz ikinci yarıda öndeki yerimizden ayrılıp en arkada boş olan koltuklara oturmaya karar verdik ki... eski oturduğum yerde daha az plazma tv görüş alanıma girdiği için daha şanslıymışım haberim yokmuş...

Bu karmaşa, sıcak ve alkış üçlüsünden yorgun düşüp çıkışta asansör trafiğine takılmamak için pek de adetimiz olmadan konseri bırakıp, çıktık...
Pişman mıyım? Asla...
Bir daha Sapphire? Çok zor...
Peki Tuluyhan Uğurlu?... O konuda kafam çok karışık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder