İki haftadır bekliyorum... Biri de çıkıp
Kelebeğin Rüyası’nda görüntü kalitesinin, dekorun, kostümlerin nasıl bu kadar
iyi olduğunu, bu işin hazırlığında yapılanları anlatsın, etsin, ortalığı
bilgilendirsin veya birileri merak edip sorsun... Ama yok... Çoğu sinema
eleştirmeni dahi görüntü yönetmeninin ellerine sağlık deyip konuyu kapadı
gitti...
Halbuki bu filmde şu ana kadar hiçbir Türk
filminde yapılmayan bir şey yapıldı... Kelebeğin Rüyası’nda bir ‘Production
Designer- Yapım Tasarımcı’ çalıştı... Hem de Türk hem de şu an karşımda
oturuyor... Hollywood ilk kez 1939 yılında ‘Rüzgar Gibi Geçti’ filmiyle tanıştı
Production Designer’la... Bizler ise 2013’te Kelebeğin Rüyası’yla...
Yedi sene önce İstanbul’a ilk adım attığımda
reklam projelerinde sık sık çalışma fırsatı elde ettiğim yönetmen Kıvanç
Baruönü, Kelebeğin Rüyası’nın Yapım Tasarımcısı, ayrıca benim arkadaşım, ayrıca Türkiye’nin sayılı reklam yönetmenlerinden, ayrıca
Maya’nın babası....
Ben sordum o yanıtladı, o konuştu ben yazdım...
Buyrun röportajımız...
Kelebeğin
Rüyası’yla yolun nasıl kesişti?
Kelebeğin Rüyası ile aileden ilk tanışan babamdır... 4 yıl önce Yılmaz Erdoğan filmi çekmeye karar verdiğinde hikayenin geçtiği toprakları yerinde gezip görmek için Zonguldak'a gitmek istemişti. Zonguldaklı olduğum için bana ulaştılar, ben de onları babama yönlendirdim...
Ama o
dönemde filme başlamaktan vazgeçtiler...
Bakıldığında senaryo yazımı bir hayli uzun, yedi
senedir Yılmaz Erdoğan’la birlikte dolaşan bir hikaye bu, defalarca yazıldı,
çizildi baştan yeniden yazıldı ve ancak son halini aldı. Tabii ki fiziki
şartları hazırlamak da ayrı bir emek istiyor. Büyük bir proje sonuçta..
Sonra?
İki sene önce Yılmaz Erdoğan beni tekrar
aradı... Şair kod adlı projenin senaryosunu bitirmek üzere olduğunu, ön
hazırlıklara başlanacağını, benim de filmin içinde olmamı istediğini söyledi... Yeri gelmişken burada ilk teşekkür Yılmaz
Erdoğan ve BKM’ye gelmeli ki bu projede böylesi bir ihtiyacı sezip Türkiye’de
daha önce neredeyse hiçbir filmde rastlamadığımız production design kavramını sektörle
tanıştırdılar..
Çok
yoğun çalışıyorsun, bu teklifi kabul etmen zor oldu mu?
Öncelikle Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu
amcamın arkadaşları olduğu için onların şiirleriyle büyüdüğümü söylemeliyim...
Behçet Necatigil babamın Çelikel Lisesi’nde hocasıydı... Tüm bunların yanında senaryoyu
okuyunca çok etkilendim, o an ikinci kere düşünmeden tamam dedim... Kendi adıma 1940’ların Zonguldak’ını tekrar
yaratıp babamın 70 yıl sonra o sokaklarda tekrar yürüyüp, havasını
soluyabilecek olması bile yeterli bir nedendi..
Anlat
Kıvanç...
Production
Design/ Yapım Tasarım nedir, ne değildir?
Yapım Tasarımcı bir filmi hayata geçiren
sanat kostüm ve benzeri yaratıcı grupların yanı sıra pek çok teknik ekibin
oluşumunda ve işleyişinde onları yönlendiren ve karar veren kişidir...Ekiplerin koordineli şekilde çalışması, yönetmenin senaristin ya da yapımcının kurmak
istediği dünyanın en iyi şekilde perdeye yansıması, diğer birimlerece doğru
şekilde yorumlanıp anlaşılmasını sağlamaktan sorumlu bir bakıma...Filmin A’dan
Z’ye her aşamasında parmağı olan gölgedeki adamlar bunlar...
Baştan
itibaren nasıl bir yol izlediniz anlatabilir misin?
Senaryoyu okuduktan sonra 1940’ların
Zonguldak’ını ve Türkiye’sini incelemeye başladık. Zonguldak ve İstanbul’daki
sahaflardan 1940’larla ilgili olan tüm kitapları taradık.... Zonguldaklı
ailelerin arşivlerinden fotoğraflar, notlar, mektuplar topladık... Zonguldak’ta
filmin geçtiği ana caddeyi ziyaret edip tek tek tüm dükkan sahipleriyle görüşerek
1940’larda o dükkanların yerinde neler olduğunu öğrendik....Behçet Hoca’nın,
Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur’un gazetelerde yazdığı yazıları topladık... Akrabalarıyla,
dostlarıyla görüşmeler yaptık... Mekanları, o dönemin ambiansı, kostümleri, saç,
makyajları, gündelik yaşantıları nasıl olmalı bunları en ince ayrıntısına kadar
inceledik... Binlerce fotoğraf, binlerce yazı taradık... Bu araştırmanın
sonunda da elimizdeki bilgilerle kostüm, dekor ve 1940 Zonguldak hayatını
anlatan üç farklı sunum dosyası hazırladık...
Müthiş
detaylı bir çalışma...
Sonra elimizdeki bu bilgilerle sanat ve kostüm
grubumuzla toplantılar yapmaya başladık... Ana cadde, halkevi, maden, tiyatro
sahnesi, Heybeli Ada’daki sanatoryum... Tüm mekanların maketleri bu ön hazırlığın
ışığında sanat ekibi tarafından yapıldı... Yılmaz Erdoğan yönetmen kimliği dışında senarist
olarak da karakterleri öyle güzel önümüze çıkartıp koymuştu ki en büyük
klavuzumuz senaryomuz ve şairlerin yazdıkları oldu tabiii... Rüştü Onur’un kendine
özen gösterdiğini, kılığına kıyafetine onca yoksulluğa rağmen dikkat
ettiğini bilip ona göre bir tarz belirlendi.. Sahnelere göre dökümler yapıldı,
mekan renkleri kostüm tarzları sahnenin duygusu... Tüm bunlar bir bir masaya
yatırıldı.. Suzan enerjisi, duru güzelliği ile aşkı yaşam sevincini verdi
kırmızı renklere büründü...Filmde belki de hiç görmediniz ama herkesin cebi
çantası doluydu, kimlikleri, tarakları çakmakları kalemleri özel
eşyaları...Çakıları.....Onlar sette adeta o günden çıkıp gelmiş gibiydiler.
Günler öncesinden not defterleri kalemleri oyunculara verildi, şiirleri bir bir
kendileri temize çektiler. Hergün dönem gazeteleri ellerine
ulaştırıldı....
Detaylar
detaylar detaylar...
Mimari, kostüm, dekor... Her şeyin detayını hazırladık...
Cumhuriyet Balosu'nda sofralara ne yemek konacağından, maden işçilerinin
kostümlerinin kumaşına kadar... Minibüsler, kamyonlar, araçlar yapıldı...
Araçlar giydirildi... Sanat yönetmenimiz Hakan Yarkın ve ekibi gerçekten muazzam bir çalışma sergilediler.
Kaç
kişilik bir sanat ekibinden bahsediyoruz?
Hakan Yarkın’ın ana ekibinde 60 kişi buluyordu ama bilfiil set hazırlığında çalışanları düşündüğümüzde
ustasından demircisine 250-300 kişilik ekiplerden söz ediyoruz...
Yapım
Tasarımcısı olmayan projelerde neler oluyor?
Birileri nasıl olsa o açığı kapatır diye
bakılıyor... Ancak bu kadar büyük bütçeli bir dönem filminde böyle bir birime
nasıl ihtiyaç duyulduğu çok daha net anlaşıldı.
Filmin
ne kadarı Zonguldak’ta çekildi?
Bu projede yola çıkarken aslında hedefimiz
biraz daha farklıydı. Yılmaz Erdoğan kurulacak onca dekorun sonra heba olmamasını, kalıcı bir proje gerçekleştirmemizi istedi. Tüm çalışmalar bu yönde
başladı... Amaç, Zonguldak’ta bize tahsis edilecek bir alanda bu dekoru kurmak ve çekim sonrasında halkın gelip gezebileceği vakit geçirebileceği bir alan yaratmaktı... Zonguldak valisinden belediyesine herkes
bize çok yardımcı oldu. Çizimler yapıldı, Zonguldak'ın 70 sene önceki hali birebir kurulacak, içindeki dükkanlar, tiyatro ve sinema salonları gerçekten sonrasında faaliyet
verecek şekilde dizayn edilecekti... Film dekoru sonrasında yaşayacak bir kent müzesi tematik park olarak kalıcı
hale gelecekti ama zemin edüt
çalışmaları sırasında bazı engellerle karşılaşınca maalesef proje hayata geçemedi... Bunun üzerine dekorların bir kısmı Zonguldak'a bir kısmı da İstanbul'a kuruldu.
İzlediğimiz
her yer dekor mu?
İzlediğimiz filmin doğa sahneleri hariç
%60-70’i dekor... Özellikle İstanbul Camiialtı Tersaneleri'nde çok
büyük bir alana o dönemin Zonguldak’ı, ana caddesi, ara sokakları ve iskelesi
kuruldu... Zonguldaktan buraya vagonlar taşındı caddesinde trenlerin gelip
geçtiği o kent yeniden yaratıldı.
Filmin
neredeyse her sahnesi resim gibi...
Yılmaz Erdoğan ilk günden itibaren bize şiir
tadında resim gibi bir film olsun, sahneler de tablo gibi olsun dedi... Biz de
neredeyse her sahne için çizgi roman kareleri bulduk...
Neden çizgi
roman?
Çünkü çizgi romanda kadrajını canın nasıl
isterse öyle ayarlarsın ve bu yüzden tüm kareler mükemmeldir...
İki
değerli şairin naif hikayeleri fazla gösterişli sahnelerin altında ezilmiş
diyen eleştirmenlere ne demek istersin?
Bu eleştiriler biraz
dönemi ve Zonguldak’ı bilememekle ilgili... Zonguldak toprak altındaki
cevherden dolayı 30’ların sonuna değin hep Fransız ve İtalyanların bir nevi
sömürgesinde kalmış. Gerek mimari gerekse kültürel anlamda kent diğer şehirlere göre daha farklı gelişmiş...Türkiye’de ilk tenis kortları Zonguldak'ta yapılmış, İtalyan mimarlar o dönem için son derece şık
sayılacak beton binalar yapmışlar... Gösteriş kısmı ise
Zonguldak’taki tezatta gizli, yerin altı başka üstü başka orada...Yoklukla
varlık yanyana, içiçe... Kömürden ötürü zengin bir kent ancak
yeraltında da ayrı bir sefalet barındırıyor... Kömür kendi kültürünü
oluşturmuş... Biz işte tam da bunu
gösterdik...
Ekibi
en zorlayan sahneler hangileriydi?
Hiçbir sahnede çok zorlandık diyemem. Ancak
limana park etmiş, yarım bir gemiyi sizin izlediğiniz şekilde göstermek en
zorlarında biriydi... Bir de tabi ki maden sahneleri... Madenin 1 metresi de
1000 metresi de bir denir bizim oralarda...
Full
ekip madene girdi mi?
Full, tam kadro.... Hepimiz madene inmek için
ders aldık.
Kelebeğin
Rüyası’nın yapım belgeselini, senaryo kitabını istiyoruz! Bize bunu verecek
misiniz?
Üzerinde çalışmalar yapılıyor, seni haberdar
ederim. Şahsen ben yapmış olduğum bu yoğun çalışma sonrasında bulduğum Zonguldak
fotoğraflarından bir fotoğraf albümü yapmayı da planlıyorum... Gönlümde Zonguldak’ta kalıcı
bir Kent Müzesi’nin yapılması da var... Bir kentin tarihine tanıklık edecek çok
farklı fotoğraflar var elimizde...
Egolar
çarpıştı mı?
Muzaffer ve Rüştü’ye duyduğumuz hayranlık ve
saygı bize tüm egoları bir kenara bıraktırdı... Hepimiz adına söyleyebilirim ki
tek hedefimiz filme hizmet etmekti...
Varsa
yoksa görüntü yönetmenine övgü, isminin zikredilmemesine bozuluyor musun?
(Gülüyor) İyice magazine bağladın... Polemik mi yaratmaya çalışıyorsun? ( Bu sefer ben gülüyorum) Bundan
sonraki yapımlara örnek olalım, yapım tasarım titrinin önemini anlatabilelim
yeter. Türk sinema sektöründe yapım tasarımın tanınmasına ve bilinmesine
ihtiyaç var. Benim adımın değil ama ‘Production Design’ kavramının ve öneminin bilinmesini
isterim.
Zonguldaklılar
size destek oldular mı?
Biz hikayeyi nasıl sahiplendiysek, onlar da
bizi sahiplendiler... Belediye, esnaf, yerel halk her daim ekibimize destek
oldular... Ayrıca Zonguldaklı bir çok
kişi filmde rol aldı... İstanbul’dan hiç oyuncu desteği alınmadı... Açılış
sahnesinde 500 kişi varsa, 450 tanesi gerçek madenciydi... Gönülden çalıştılar,
ne yaptılarsa gönülden yaptılar.... Küçücük bir not, çekim döneminde ekipten biri
Zonguldak’ta berbere saç kestirmeye gider. Tam parayı uzatacakken berber elini
iter olur mu öyle şey, sen RÜŞTÜ’nün arkadaşısın der. Bunu anlatırken bile
tüylerim diken diken oluyor...
Baban
filmin bitmiş halini gördüğünde ne dedi?
Baştan sona ağladı, söze gerek kalmadı...
Senin
çocukluğunun geçtiği yerlerde çekim yaptınız mı?
İskelenin orada bisiklete binmeye başladım,
babamın dükkanı kurduğumuz caddedeydi... Tenis oynanan yer benim futbol
oynadığım sahaydı... Kayalıklar arkadaşlarımla denize girdiğim yerdi... Daha ne
diyeyim?
Şu an
mutlu musun?
Bu film
bana çok şey kattı... Filme dair en çok Mert, Kıvanç ve Yılmaz Erdoğan'la saatlerce şiirler okuyup, çözümlemeler yaptığımız atölye çalışmalarını özlüyorum... Bilmiyorum bir daha böyle bir şey
başımıza gelir mi? Bu filmle hepimiz hayatımızı sorguladık, her şeye rağmen umudu arkadaşlığı
dostluğu karşılıksız sevgiyi yeniden keşfettik. Hazırlık zamanı Mediha Sessiz’in kız kardeşi çıktı geldi bir
gün... Filmden haberdar olmuş, belki işimize yarar diye Rüştü’yle Mediha’nın
birbirlerine yazdıkları mektupları getirmiş... 70 yıldır saklanan mektupları
hep beraber okuduk, ne kadar değerli bir işin içerisinde olduğumu bir kere daha
anladım... Sinemanın büyüsüne bir kez daha inandım... Evet, bu filmin yapımında
emeğim geçtiği için çok mutluyum... Hem genç
yaşta kaybettiğimiz iki değerli şaire hem de Zonguldak’a vefa borcumu ödemiş
gibi hissediyorum...