Uzun zamandır gitmeyi aklıma koyduğum ama bir türlü fırsat bulamadığım Burhan Doğançay Müzesi’nin kapısındayım. Gün her zamanki gibi İstanbul’un en sıcak günü ve etrafta herkes pişmiş halde dolanıyor...
Taksim Balo Sokak’ın esnafı fena halde sıkkın. Kapıyı çalıyorum oldukça güleryüzlü biri kapıyı açınca şaşırıyorum. Beni asansörle dördüncü kata çıkarıyor. Kısa bir açıklama sonrası kendimle başbaşa kalıyorum...
Türkiye’de satılmış en pahalı tablo Mavi Senfoni’nin sahibi Doğançay’ın her katta ayrı bir dönemini izliyor, kendisindeki gelişim ve değişimin tablolarına yansıması heycanını arttırıyor...
Ben kattan kata geçerken hem etkileniyor, hem de müzeye gelirken attığım hızlı adımların vücudumdan fışkıran terler olarak mutasyon geçirmesine biraz asabımı bozuyor....
En alt katta Zen Diamond’la ortaklaşa yürütülen ve dudak uçuklatıcı meblağlara satılan kolyelerin daha az değerli taşlarla daha uygun fiyatlara çekilmiş benzerlerini görüyorum, oldukça etkileyici...
Yine Doğançay’ın resimlerine sadık kalınarak yapılan bardak ve tabaklar, bir ay sonra satışa çıkacağı tahmin edilen babetler ve çantalar; çağdaş sanatı gündelik hayatımızın birer parçası yapma konusunda atılan güzel adımlar olarak beni sevindiriyor...
Hayatımda ikinci kere başıma gelen bu baygınlık durumu beni panikletiyor ancak Cumali sayesinde emin adımlarla dışarı çıkıyorum. Beraber dışarı çıkıp, ben taksiye binene kadar benden gözünü ayırmayan Cumali hayatım boyunca unutmayacağım karakterlerden biri olarak hafızaya alınırken, her anlamda bayıldığım ilk müze gezintim de burada sona eriyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder