İstanbul’da insan o kadar çok öküzle
karşılaşıyor ki bir noktadan sonra kendisi de ister istemez bu sıfata layık
olmaya çalışıyor. Tabi durumun vahametini ancak ortamdan uzaklaşınca
anlayabiliyorsun.
Bir haftadır Çeşme’deyim, yemin billah
insanlığımı geri kazandım. Daha İzmir’e ayak bastığım an alakasız bir yere
arabayı park etmeye çalışırken gördüğüm ilgi sonrası bunun böyle olacağını
hissetmiştim esasında.
Marketteki amcaya ‘Kusura bakmayın iki dakikalığına dükkanınızın önüne park edebilir
miyim?’ diye sordum, ‘Tabi ne demek’
diyerek ben rahat park edeyim diye dükkanın önündeki gazetelik, su, dondurma
dolabı gibi objeleri sağa sola ittirerek bana istem dışı bir alan açtı. Bense ‘
beni herhalde birine benzetti, neyse o
olmadığımı çakozlamadan işimi bitirip, kaçayım’ diye içimden geçirdim.
Çeşme’ye geldiğimde Ege’ye yoğurt yapmak için
sokağın başındaki manava ‘İneği olan
tanıdığınız var mı ya, bana sağılmış süt lazım’ dedim. Konunun bebekle
ilgili olduğunu anlayan manav; ‘Hemen’ dedi.
Daha üstünden iki saat geçmeden kapıda inek sütüyle beliren çiftçiye ‘ Borcum ne kadar’ diye sordum eliyle ‘Hadi oradan ne parası’ manasında yaptığı hareket
sonrası ‘Ne zaman istersen ara’ diyerek
telefon numarasını bıraktı.
Yıldızburnu'nda yürürken eskiden gittiğim bir
mekanın şefiyle karşılaştım, hem yorulmuş hem de sıcaktan bunalmış olduğum için
üç kişilik ekibimizle beraber biraz oturalım dedik. Yediğimizden içtiğimizden para almayarak,
bize ‘Hoşgeldiniz’ dedi.
D-smart bayisine Digitürk bayisinin yerini
sormak gibi bir kendini bilmezlik yaptım. Kendi elleriyle çizdiği krokinin
altına adres ve ilgili kişi telefon numarası yazmayı ihmal etmedi.
En son dün, en merkezi alanda ‘ÜCRETSİZ
OTOPARK’ başlığı görünce geçen hafta çözümsel yaklaşımıyla herkesi kendisine
hayran bırakan Karayolları Genel Müdürü’ne hak verdim... ‘İstanbul’u terk ediniz.’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder