Kalmakla gitmek arasında müthiş bir dilemma.
Biz, çok sevgili İzmirlilerde, yıllardır var olan gelgit silsilesinin
neden-sonuç denklemi henüz kimse tarafından net olarak çözümlenememiştir.
İzmir’de kalanlar ‘gitse miydik acaba yaaa?’ diye Blush’larından birer yudum alıp bir
şey kaçırıp kaçırmadıklarını ölçüp tartıp biçerken, gidenler ‘kalsa mıydık yaa?’ diyerek bol
pencereli plazalarında full konsantrasyon çalışmalarına devam etmektedirler.
İlk yıllarda kalanlar ve gidenler birbirlerine
‘ sen ne iyi ettin’ diye atıfta
bulunur pohpohlarken ‘acaba’ hissi
her iki tarafı da kasıp kavurmaya devam etmektedir.
İstanbul’a gidenlerin en mutlusu bile
aşağıdakilerden en az biri, en çok hepsinden illa ki etkilenip ya sabır çekerek
kimi zaman krizi teğet geçmiş kimi zaman tam 12’den vurmuşlardır. Trafikten,
kalabalıktan, uyanık insanlardan, emlak fiyatlarının tavan yapmasından, hain
yöneticilerden, yüksek kiradan veya çalışma saatlerinden dem vurulurken
İzmir’de kalanlar sadece istedikleri işi yapamamaktan yakınırlar. Her iki tarafın da birbirinin yaşam tarzına
duyduğu özlem sık sık dile getirilir.
İstanbullu olmaya yüz tutmuş İzmirli istediği
işi yapmakta ancak o kadar sürünmektedir ki, ‘ hay istediğim işi yapmaz olaydım da annemi dinleyip ingilizce
öğretmeni olaydım’ veyahut ‘
babacığımın işine devam etseydim de tüm paramı kiraya vereceğime, İzmir’de
efendiler gibi yaşardım’ demeye başlar.
Büyüyüp de zaten ne zaman nasıl evlendiğini
tam da anlayamadan bir de çocuk sahibi olan orta yaş skalasının yeni adayları
hayat gayesi içinde ne zaman ne karar verdiklerini ve neden bu kararları vermiş
olduklarını komple unutarak ‘çocuk
için’ teması altında yaşamlarına yön verirler.
Tüm bu yoğun değerlendirmenin mevsimsel
etkileri de mutlaka bünyelerde hissedillir. Yazın hepimiz İzmirliyizdir. Çünkü
Çeşme İzmir’e otomobille sadece 45 dakika uzaklıkta iken İstanbul’dan altı,
yedi saattir. İzmirli her haftasonunu tatil kıvamında yaşarken, İstanbullu
sıcaktan kavrularak trafikte çürür, pis havuza girmekten gözleri mikroplanır,
idrar yolları enfeksiyon kapar. Bu süreçte İstanbul’dan nefret ettiğini dile
getirse de eylül oldu mu bir sonraki hazirana kadar İzmir’in yüzüne bakmamak da
son derece olağan bir tavırdır.
Otuzbeşinden sonra fevkaladenin fevkinde bir
iş kadını-adamı olma hayali çöpe gönderilerek kutsal topraklara dönüş de
yapılabilir, çocuğunun büyüme evrelerinin hiçbirine şahit olmamayı seçerek iş
hayatında at da koşturtulabilir. Seçim o an, o yaşta neye ihtiyaç duyduğunla
alakalıdır. Aksiyon dolu bir hayatta iyi, kötü sürprizlere her an hazırlıklı
olarak bir bilinmezlikte yol almak mı? Yoksa sakin ve huzurlu bir ortamda
minimum riskle maksimum hazzı yakalamaya çalışmak mı? Anlayan gelsin, bilen
anlatsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder