Farklı sanat
dallarının birbirine hizmet, yardım ve yataklık etmesi çok şahane sonuçlar
doğurur. Dünya tarihi şiirden esinlenerek yapılan şarkılara, müzik dinlerken
coşan ressamlara, edebiyattan esinlenerek çekilen nefis filmlere ve daha nice olumlu
etkileşimlere tanıklık etmiştir.
Bakınız misal kült film
Eyes Wide Shut (Stanley Kubrick) Arthur Schnitzler’ın Rüya Roman (Traumnovelle)
adlı romanından esinlenerek yapılmış etkileyici bir filmdir. Aferin çok
sevindim de bize ne derseniz ilgimi çeken 1865-1931 yılları arasında yaşayan
yazar Arthur Schnitzler’ın eserlerinin sadece Kubrick’e değil bir çok yönetmen
ve yapımcıya da ilham kaynağı olmasıdır. Bu durumdan etkilendim çünkü yıllar
boyunca bu kadar farklı insana hitab edebilemek, tiyatro oyunlarına, filmlere
ilham olmak hiç kolay değil bilirsiniz... Schnitzler’in eserlerindeki
karakterlerin çoğu ilgi çekici... Sınırlarda yaşayan, topluma ayak uyduramayan,
uydurmak istemeyen zaman zaman ise oldukça sıradan görünen karakterler
çıkarıyor karşımıza... Hayatın değişkenliğini bire bir yansıtan karakterleri
Freud’un da fazlasıyla dikkatini çekmiş. Hatta Freud’un Schnitzler’e ‘Benim
onlarca insan üzerinde araştırma yaparak edindiğim bilgilere siz sadece
sezgileriniz ve gözlemlerinizle ulaşabiliyorsunuz...’ dediği kayıtlara geçmiş...
Bir ustadan diğer bir ustaya yapılan bu hoş bildirim aklımızdayken esas
konumuza gelelim..
Schnitzler’ın
kütüphanemde yerini alan Ölmek ( Sterben) adlı romanını okurken az biraz
gerildim! Kitap Viyana’da yaşayan genç bir çiftin başına gelen trajediyi
anlatıyor. Roman Marie’ye aşık olan Felix’in bir yıl içerisinde öleceğini
öğrenmesiyle başlıyor. Bu haberi duyunca yıkılan ve sevgilisi yerine kendisinin
ölmek istediğini söyleyen Marie’yi sakinleştirmek hasta olan Felix’e kalıyor.
Çift birbirlerine o kadar aşıklar ki Marie her şeyi bir kenara bırakarak
kendini Felix’e adıyor... Felix uzun bir süre hastalığı ve ölme ihtimaliyle
dalga geçiyor. Ancak iş ciddiye bindikçe birbirini her an karşılıklı hoş
tutmaya çalışan çiftin ruh halleri oldukça değişkenlik göstermeye başlıyor... Uzun
süre başbaşa kalan çiftin ilişkilerinde aşk nefrete, ümit korkuya, saygı
alaycılığa, sevgi bıkkınlığa, birliktelik yalnızlığa dönüşüyor ve beklenmedik
bir sonla tokadı patlatıyor...
Kitabın sayfaları su
gibi akarken yer yer nefes almakta zorlanan vücudum tamamen aynı duyguları daha
önce de hissettiğini hatırlıyor... Zihnim geçmişi zorluyor ve karşımda Haneke’nin
Amour’u(Aşk) duruyor. Ve şu soru içimi yiyip bitiriyor... Haneke Aşk’ı yazmadan önce kendisi gibi
Avusturyalı olan Schnizler’in Ölüm’ünü okudu mu okumadı mı? Soruyorum; okudu
mu?
artwork: Moran
Victoria Sabbag
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder