25 Mayıs 2012 Cuma

CAN BONOMO



İsmi gibi insan, Can.  Besbelli Türk Pop’unu canlandırmak, heyecanlandırmak, es vermesini
sağlamak üzere bizlere gönderilmiş bir nefes.

Cahit Külebi’nin ‘İzmir’in kızları deniz, denizi kız’ mısralarından esinlenerek yapılmış bir şarkının
zaten kötü olmasını bekleyemezdik ama işin içine bir de Can’ın enerjisi, sadeliği, doğallığı ve
kendine has kimselere benzemeyen tarzı dahil olunca insan ‘sonunda!’ diyor.

Can’ın prodüktörü, aranjörü, yönetmeni, destekçisi, arkadaşı, sırdaşı bir başka Can (Saban) da 
‘Biz baştan beri beraberdik. Klibi bile çekerken arkadaşlarımızı aradık, onlar geldiler. Herhangi 
bir cast ajansıyla anlaşmadık’ diyor. Zaten yapılan işin her köşesinden arkadaşlığın, amatör 
ruhun,  azmin ve içtenliğin gücü fışkırıyor.

Sanırım Can sayesinde ilk kez oturup Eurovision izleyip, çekirden çıtlatıp Can’ın kazanmasını
sabırsızlıkla bekleyeceğim. Gerçi iki ay önce kimse adını bilmezken şimdilerde herkesin hayran
olduğu birine dönüşerek Eurovision’a daha gitmeden kazanmayı başaran ilk isim olarak Can
çoktan Türk müzik tarihinde yerini aldı.

İhtiyacın olmasa da iyi şanslar Can.

Güzel İzmir’in güzel insanlarını seviyorum haydeeee!  

25 Nisan 2012 Çarşamba

Herkes Aynı Hayatta!

Yeni doğum yaptım, çocuklarla gereğinden fazla alakadarım bu aralar... Elimdeki çocuk dergisinde şöyle bir cümle okuyorum; ' Melis, müzik, dans, resim ve tiyatro dersleri alıyor. Özel eğitmen eşliğinde pilates ve yoga yapıyor, okulun tenis takımında yer alıyor, piyano çalıyor ve ata biniyor. Yakında da satrança başlayacağı için çok heyecanlı.' 


Melis henüz 6 yaşında sürmenaj eşiğinde. Ben neredeyse 30 yıldır nefes alıyorum, bunca aktiviteyi deneyecek fırsatı bulamadım, kendisini çok tebrik ederim. Daha da çok annesini tabi ki..

Bizde böyledir. Çocuk daha doğduğu andan itibaren diğerlerinden nasıl daha zeki ve farklı olabilir diye binbir takla atıyoruz. Doktorlar yeni doğanları çok uyarmaya çalışmayın, yanlarına yumuşak bir oyuncak verip sakin bir ortam hazırlayın derken biz henüz sudan yeni çıkmış  bebeğe rengarenk bir dünya sunup, Mozart dinletip, sayıları öğretmeye çalışıyoruz. Zekasını açıyoruz.

Zeka böyle her koldan saldırınca esasında pek açılmıyor, ortalık ne yaptığı tam da belli olmayan hiçbir şeyi gerçekten 'iyi' yapamayan ama her şeyi 'bilen' insanlarla kaynıyor. Ben bizim neslin gençlerine uygulanan bu prosedür fiyaskoyla sonuçlanınca strateji değiştirilir diye düşünmüştüm, öyle olmamış.

İşte bu müstnesna eğitim sonucunda kendi alanında uzmanlaşan, kendini geliştiren, işini gerçekten iyi yapan çok az insana tanık oluruz. İşte onlardan bir tanesi; Mehmet Erdem.

Mehmet'le bir sene önce tanıştık. Benim için kendisi; Müzik Adamı. Yazan, çalan, söyleyen, müzikle yatıp müzikle kalkan bir adam... Hiçbir şeyden etkilenmeseniz de sesindeki efkara tanık olmak için 'Herkes Aynı Hayat'ta albümünü alın dinleyin... Yalan, Beni Aldatma ve Hayat Bu özel tavsiyemdir!



fotoğraf: Devianart.com / albino

28 Mart 2012 Çarşamba

Rembrandt @ SSM


Picasso ve Dali'nin ardından Rembrandt'ın da eserlerinin karşısına geçip seyre dalmamıza fırsat tanıyan
Sabancı Müzesi'ne teşekkürü borç biliriz. 

17.yy'da 'gerçekçilik' akımını yaratan kişi olarak kabul edilen Rembrandt'ın hayatında 'ölüm' kavramı geniş yer kaplar. Belki de bu yüzden eserlerindeki etki çağdaşlarına göre daha fazladır. Ölümün gerçekçiliği tablolarındaki yaşayan yüzlere yansır.

Yeni doğan iki çocuğunun ölümüyle yüzleştikten sonra dünyaya sağlıklı bir oğlan getiren eşi Saskia'yı kaybeder.  Maalesef yıllar sonra oğlunun da ölümünü görür.

Şaşaalı başlayan kariyeri, zamanla kendisine resim yapması için para verenlerin dilediği gibi tablolar ortaya çıkarmadığı için sekteye uğrar. Bolca müşteri kaybeder. Ölümünden önce iflasını beyan eder. 

Ölümünün ardından ailesine hiçbir şey, sanat tarihine çok şey bırakır.  10 Haziran'a kadar Sabancı Müzesi'ni ziyaret ederseniz, en azından bir kısmın tanık olabilirsiniz. 






7 Mart 2012 Çarşamba

YİTİRMEDEN


Kavak Yelleri'nin üç aylık yaz dizisi diye başlayıp yıllarca sürmesinin en büyük sebeplerinden biri bence müzikleridir. Pinhani'yi onlarla tanıyıp, hayran kalanlardan biri olarak son albümlerinde beklediğimi bulamasam da 'Yitirmeden' isimli şarkıyı buraya not düşmeden geçemeyeceğim.. ( dinle! )



durup düşünmeye zamanın olur mu?
yitirmeden anlamaz insan
sevdiklerin yolun sonunda
sarıl her fırsatında o insana
arkasından ağlayan olma
geri getirmez çok ağlasan da

durur, durur belki başucunda
annen baban kendi çapında
abin bile 47 yaşında
ömür, ömür sanki bir kara kutuymuş
gün gelince herkesin açılmış
ama sorarsan hep geç kalınmış

güzel günlerimizin bittiğini sanma
belki bir daha böylesi olmaz
ama her bir gün güzel aslında
yakın durmanın zor olduğu ortada
uzak olmak her zaman en kolay
ama en zoru yalnız olunca

uyur, uyur belki hep yanında
ilk sevgilin kendi solunda
her hatıra asılı duvarında
ömür, ömür sanki bir kara kutuymuş
günü gelince herkesin açılmış
ama sorarsan hep geç kalınmış

16 Şubat 2012 Perşembe

Haider Ackermann


Klişelikten milletin geberdiği, farklı olmanın kıçı başı açmakla bir tutulduğu dönemde herkese stil dersi veren bir kadın ve onun kıyafetlerinin yaratıcısı var ki değinmeden geçemeyeceğim.

Çok sevgili Tilda Swinton ve Haider Ackermann iyi ki varsınız, hayatımızdasınız. Allah sizden razı olsun. Sayenizde iyi kesim-enfes kumaş kombinasyonuyla fakir fukaranın sadece gözü gönlü değil zihni de açılıyor.

Pişirip pişirip önümüze konan straplez, tek askı, tek kol modellerin yanında gerçek tasarım isteyenler buyursunlar efendim!










13 Şubat 2012 Pazartesi

VAN GOGH ALIVE



Bir aydan fazla zamandır yazmadım, yazamadım. Ayıptır, günahtır biliyorum ancak çok mühim bir işe imza attım. Doğurdum... Doğdu, doğmadı, emdi, emmedi, ağladı, ağlamadı, kaka yaptı yapmadı derken bir ay buhar olup uçtu gitti.. Şu an evden kısa süreli aralar hariç çıkamıyorum ama çıksam ne yapardım? İstikamet doğru Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi olurdu...

Grande Exhibitions Avustralya tarafından tasarlanan sergi 3000'in üzerinde dijital imajın 40 projektör yardımıyla duvarlar, kolon ve zemine yansıtalarak müze gezicisini resmin bir öğesi yapmak suretiyle bir ilke imza atıyor.

Van Gogh'un kendi kulağını kestiği; acıtasyon seven, düşüş hikayelerine bayılan bizlerin dillerine pelesenk olmuş zihinlerine kazınmıştır. Bilmediğinizi tahmin ettiğim bazı detaylar için buyrun okuyun...

  • Hollandalı'dır.
  • Ailesi sanat tacirliğiyle para kazanmaktır. Bu vesileyle Londra ve Paris'te sayısız müze gezmiştir.
  • Aile işinde çalışırken amcası tarafından işten kovulur.
  • Koyu bir katoliktir, rahip olmaya karar verir ancak kiliseden de şutlanır.
  • Ölmeden sadece 9 sene önce 1881'de resim yapmaya başlar.
  • Hollanda'da yeterince iyi bir sanat ortamı olmadığına inandığı için Fransa'ya taşınır.
  • Japon ressam Hirosige'den çok etkilenmiştir.
  • Gaugin ile sürekli resim sanatı üzerine kafa yorup tartışmıştır. Bu tartışmalarından bir tanesinde Gaugin'e saldırmış ve ardından Gaugin'i de yanından kaçırmıştır.


  • Meşhur 'Yıldızlı Gece' resmini ağır bir depresyonu atlatması için yatırıldığı akıl hastanesinde yapmıştır.
  • Kardeşi Theo'nun maddi desteğiyle yaşamıştır.
  • Akıl hastanesinden sonra terapiste gitmeye başlamış ancak terapistin kendisinden daha hasta olduğuna kanaat getirmesiyle bu ziyaretlerine son vermiştir.
  • Sosyalleştiği tek yer olan 'Gece Kahvesi' onun için hayata dair tek ışıktır. İşte bu yüzden bu resimde iç mekan pırıl pırıl, dış mekan kapkaranlıktır.
Yaşamaktan bıkıp intihar ettiğinde 37 yaşındadır.
Bu kadar kısa süre resim yapıp, bu kadar az yaşayan birinin adını tarihe yazdırması takdire şayandır.



*En üstteki fotoğraf littlepixyboots.blogspot.com

5 Ocak 2012 Perşembe

Dudak Uçuklatan Belgeseller



Belgesel deyince bir adım geri duran milletiz, itiraz istemem! Çünkü belgesel kelimesi bize hala yeşilimtrak bir böceğin saatlerce ağacın kökünden yaprağına doğru yol alışını, fonda klasik müziği, tok sesli adam veya çok neşeli kadın sesini hatırlatır.

Bu anlayışın değişmesi için çabalayan insan sayısı jet hızıyla artarken, yurtiçinde iyi örnekler karşımıza çıksa da yurtdışı örnekleri ciddi dudak uçuklatan cinsten olma yolunda ilerliyor.

Yüksek bütçelerle bire bir doğru orantılı olsa da altında yatan fikir, konunun geliştirilmesi ve sunuşuyla bu sene izleyip en çok etkilendiğim 3 belgeseli paylaşıyorum!

1) Art&Copy


Reklamlarla en ufak bir ilginiz olmadığını düşünseniz bile ( ki gün içinde onlarca reklamla muhattap oluyorsunuz) etkilenmemenizin olanaksız olacağını düşündüğüm reklam dünyasını, tarihe damgasını vurmuş reklamları ve yaratıcılarını konu alan belgesel 2009 yılında Toronto ve Sundance Film Festivalleri'nde boy göstermiş, Atlanta Film Festivali'nde 'En İyi Yönetmen' ödülünü kazanmıştır.


2) Once Brothers ( Bir Zamanlar Kardeştiler)


Yugoslavya milli takımıyla dünya çapında başarılara imza attıktan sonra NBA'de oynamaya başlayan, birbirlerine fazlasıyla destek çıkarak Amerika'daki yeni hayatlarının çok zor günlerini beraberce atlatan Vlade Divats ve Drajen Petroviç'in Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra kendi arkadaşlıklarının da nasıl parçalandığını anlatıyor. Merkezine basketbolu alarak yüzümüze din, dil, ırk, savaş ve siyaseti çarpan harika bir belgesel! ( yapım 2010)

3) The Doors: When You Are Strange


Jim Morrison'ın ölümünün ardından 40 yıl geçtiğine inanmak zor! Ocak 2012'de grubun son albümü L.A. Woman içerisine daha önceki albümlerde olmayan bir şarkı daha ilave edilerek tekrar satışa sunuluyor... Hala nasıl öldüğü tam da bilinmeyen Morrison ve grubun diğer üyelerinin genç yaşlarına rağmen bir ülkenin gençlerini nasıl tesir altına aldıklarını, isyanlarını ve onları zaptırap altına almaya çalışan bir hükümeti ayrıntılarıyla izlemek isterseniz Tom DiCillo'nun yönettiği ve Johnny Deep'in seslendirdiği belgeseli kaçırmayın! (yapım 2010)



fotoğraf: devianart.com