4 Aralık 2012 Salı

GÖKYÜZÜ MASMAVİ!


90'larda gençliğinin doruklarında olanların kulaklarından hiç gitmemiş dingin, yalın bir ses.  Enteresan bir biyografi. İsviçre'de doğan Genç Osman daha sonra Türkiye'ye gelerek Marmara Üniversitesi Resim Heykel bölümünü bitirmiş. Tesadüf eseri Mavisakal'ın solisti olarak müziğe bulaşmış. Ardından Hindiba grubunun kuruculuğunu üstlenmiş ve sonra da ortadan kaybolmuş...

Sesini bizden esirgediği dönemlerde çevirmenlik yapan Genç Osman şimdi Gökyüzü Masmavi albümüyle yine hayatımızda. Bir arkadaşım 'alo nasıl yani hiç duymadın mı? Sen nasıl 80 jenerasyonusun arkadaş?' diyene kadar kendisinden haberdar olmadığım Genç Osman Yavaş'ı benim gibi habersizlere öğretmeyi görev edindim... 'Özellike Affet Gitsin, Hepsi Aynı ve Aylin Aslım'la düet yaptığı Dilek Tutmak'ı dinle, paylaş, sev, baş tacı et...'

Buradan dinle!

Sevgiler,

 

   

22 Kasım 2012 Perşembe

Contemporary İstanbul 22-25 Kasım


                                                            (Red Groom-Marlborough)

Geçen gece açılış öncesi daveti yapılan, dün açılış daveti yapılan ve 25 Kasım'da kapanış daveti yapılacak olan Contemporary Istanbul ( Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı) gün itibariyle biz sıradan ölümlüler için de kapılarını açtı...

Korkutucu bir rüya üstüne bebek çığlığıyla uyanınca elimi su bardağına çarparak ı-phone'umu işlevsiz hale getirmeyi başardım. Yanıma fotoğraf makinası alma alışkanlığımı da yitirdiğimden çantamda Contemporary'den çektiğim fotoğraflar maalesef yok. Ancak favorilerimi listelediğim mini bir listem var, gözünüz aydın...

(Mehmet Güleryüz- The Empire Project)
  1. Red Groom ve Botero / Marlborough
  2. Ahmet Ertuğ'un Fotoğrafları
  3. Galeri İlayda'nın tüm işleri
  4. Murat Germen'in fotoğrafları / Cam Gallery
  5. Malgosia Stepnik'in çalışmaları / Soda Art Gallery
  6. Yahya Bağcı'nın yağlı boya tabloları / Art On İstanbul
  7. Hee-Ja Youn'un yağlı boya tabloları / A&B Gallert Seoul Baden Baden
  8. Ahmet Güneştekin'in 'İstanbul Konstantinapolis' isimli çalışması
  9. Ziya Tacir'in fotoğrafları
  10. The Empire Project'in tüm işleri

                                                      ( Murat Germen- CAM Gallery)



 

15 Kasım 2012 Perşembe

Ruh Daraltan Muhabbetler Seri No: 1


                  ( konuya başlamadan, hem güzelim hem sandviç yapabiliyorum ama bunu da başkalarına borçluyum. fuck)


Konumuz yaşam sanatı. Son günlerde evli olup mutsuzluktan kırılanların evli olmayanlara verdiği ders niteliğindeki demeçlere tanık olunca ‘arkadaş sizler ne ayaksınız’ diye haykırmak istedim açıkcası. ( ama haykırmadım.)

İstisna bayanlar üzerlerine alınmasın ama, evliler hakikaten yoruyorsunuz insanı.

-‘Evlilik zaten öyle alışkanlık haline geliverince ne tutkusu kalıyor, ne heyecanı... e o zaman da başka şeyler önem kazanıyor...’ ( böyle başlayan bir cümle duyduysanız koşarak kaçın.)

Öyle başlayan cümle böyle devam ediyor...
-Mesela sana iyi bakıyor mu(bakıma mı ihtiyacım var?)
-Mesela çocuğunu seviyor mu?( cocuğunu sevmeyene ben insan demem zaten)
-Mesela senin arkadaşlarınla iyi anlaşıyor mu?( beni tutkuyla sevmiyor ama arkadaşlarımla iyi anlaşıyor, sevinmeli miyim?)
-Mesela çocuğa iyi bakıyor mu? ( yani kendi çocuğu isterse bakmasın..)
-Mesela sana karşı anlayışlı mı? ( bu soru mu?)

O şekil devam eden açıklamalar böyle sonlanıyor...
-       Yani hayatta zaten önemli olan bunlar... Sen de daha fazla aşkı bulucam diye uğraşma, bak sonra yalnız kalır çok üzülürsün...( bak bak)

Hay Allah seni başımızdan eksik etmesin sevgili evlilik mertebesine ulaşmış mutluluk timsali diyesim geliveriyor... Kalkıp alnından öpesim, kutlayasım, saygı duyasım geliyor... Yahu orta okulda bile hayatını daha fazla önemserken büyüdükçe bu beş para etmez listeyle niye baş başa bırakılıyoruz.

Bu kadar büyük bir mutsuzluğa insanın kendisini mahkum etmesi bir derece de, diğer insanları da kendine benzetmeye çalışmalarına ne demeli bilemiyorum.

Hayatta illaki birilerinin bakımına ihtiyaç duyanlar kitlesi var, biliyorum... Ama herkese de aynı sefil muameleyi yapmak kimin ne haddine...

Uzun zamandır ekranlarda görmediğim ama ‘Dayak yedim, evliliğimi bitirme taraftarı değilim. Evlilik kutsaldır. Kol kırılır yen içinde kalır.’.. gibi açıklamaları gündemden hiç eksik olmayan Zeynep Hanım’ın röportajını okuyunca derin bir nefes aldım.

Röportajdan seçmeler:

-       Eşinizle aranızda aşk var mı? Bizim aramızdaki şey aşktan daha değerli bana göre. Ben o mutlu olsun, iyi olsun, aman gözüne çöp batmasın diye üzerine titriyorum. Aramızda o tutkulu aşk yok ama bunlar daha önemli ve daha değerli. Ben onun en yakın arkadaşı olmaya çalışıyorum. Zaten bizim öyle romantik bir ilişkimiz yoktur biz klasik Türk anne babası gibi bir evlilik yaşıyoruz. ( Klasik Türk anne babası birbirine aşık olmaz, olamaz! Boşanmaz! Kadın kocası iyi olsun diye ne gerekiyorsa yapar!)

-                                                                                                              (genç hanımlar hazır olun, tarif geliyor)

    Genç hanımlara tavsiyeniz nedir? Erken orta yaşta muhakkak evlenmelerini tavsiye ediyorum. Evlilikten korkup kaçmasınlar anneliği mutlaka tatsınlar. Evliliklerini yürütmek için ellerinden ne geliyorsa yapsınlar. ( Genç hanımlar muhakkak evlenmelidir! Evlilikten korkmamalıdır! Ayrıca mutlaka anne de olmalıdırlar!)

Röportajın tamamını okumak isteyen genç hanımlar buraya tıklayabilirler.

İnsanların başlarından gerçekten ummadıkları şeyler geçebilir arkalarını dönüp de yürüyemeyecek durumda olabilirler, anlıyorum. Saygı duyuyorum. Ama ‘herşeye rağmen’ kendi yaptıkları en doğrusuymuş gibi bir de başkalarına akıl vermelerine akıl sır erdiremiyorum.

Kadınlar neden aşk dolu bir ömür geçiremiyorlar, neden arzu etmiyorlarsa çocuk sahibi olmamayı seçemiyorlar ve neden ‘erken olmadı orta yaşta’ muhakkak evlilik kurumuna yönlendiriyorlar ben esas bunlara cevap arıyorum.

 Evlilik kutsaldır itirazımız yok da siz neden insanın kendisinin kutsal bir varlık olduğuna itiraz ediyorsunuz ben onu anlayamıyorum...

( Hakikaten bu ne ya?)

5 Kasım 2012 Pazartesi

Vogue by Taner Ceylan




Bu ayın en iyi sürprizi sanat sayısıyla karşımıza çıkan VOGUE... Görüntüsüyle 'ah be' dedirten seksi ve güzel bir kadın yerine Taner Ceylan tarafından yapılmış etkileyici bir eserle bizi kucaklayan Vogue'a böyle bir sayı çıkardıkları için derin sevgilerimizi gönderiyoruz.

Fotoğraf zannedilen yağlı boya resimleriyle aklımıza kazınan Taner Ceylan ismi eserleriyle kimilerini en çok rahatsız eden sanatçılardan. Aldığı ölüm tehditleri, önüne konan barikatlar ve hedef haline getirilen bir isim olmaktan kendini kurtarmayı başararak 'Altın Çağ'ına' adım atan Taner Ceylan hala Türkiye'yi terk etmediği için şanslıyız.

Hande Oynar'ın röportajıyla Ceylan'ın duygularına tanıklık etme fırsatı sunan Vogue sayısı yıllarca saklanmaya değer.

'Belki de bana resim yaptıran, 8-9 saat boyunca tuvalin başında oturmamı sağlayan şey, naifçe, kör inancım. Ben uçabileceğime, elimin masadan geçeceğine, suda yürüyebileceğime inanıyorum. Çevremde buna inanan yok ve bu bana çok tuhaf geliyor....'



29 Ekim 2012 Pazartesi

Mone(t) O Ne ?





Bugün bir Monet kolay yetişmiyor.  O halde onu daha yakından tanıyalım.
Hayatına standart normlarla değil geniş açıyla bakalım.  Kah gülelim kah ağlayalım.


1.    Sürünmüş mü?

Bir Van Gogh gerçeği var ki on yıllardır ‘Bak tek tablo satamadan göçtü gitti... Yalnızlıktan kulağını kesti’ diye belleğimize kazınmıştır. Şu an ‘dahi’ olarak nitelendirilen ancak zamanında emaresi okunmayan, soğuk yataklarında amansızca ölen onlarca sanatçı vardır. Monet onlardan biri midir? Elbette sürünmeyen sanatçı olmaz. Ancak kazandığı paralarla yaptığı yatırımlar akılcıdır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ortalık kan gölüne döndüğünde, Monet kendi arazisinde yarattığı göletindeki nilüferleri resmederek vatandaşlık görevini yerine getirmiştir.
  
2.    Peki ya intihar?

ddevamı... Milliyetsanat.com'da! 

22 Ekim 2012 Pazartesi

Evde bir Bayram Havası

                                       ( downton abbey- saf- temiz- günahsızlar topluluğu)

Bayram geliyor, çantalar hazırlansın en hızlısından uzaklara kaçılsın. Büyük bir keyifle başlayan bayram tatili 'annecimm dört gün kaldı, üç, hayır iki Allahh'ımmm birr!' nidalarıyla sona ersin istiyorum.

'Nerede kaldı eski bayram sabahlarının neşesi' diye sitem eden aile büyüklerine artık gerekli sert cevapların verildiği ve bu serzenişin sonsuza kadar raflara kaldırıldığı bir bayram olsun diye her gece yatmadan önce dua ediyorum.

Esasında çekirdek bir ailenin vazgeçilmez üyesi olmasam, alırım yastığı yorganı bilgisayarı kimine göre dokuz kimine göre altı günlük tatilde su bile içmeden dizi seyrederim. Milletin düzenli bir işe, haftada iki gün spor yapmasına, yoğun bir sosyal yaşantısı olmasına ve bir de sohbeti geçen her diziyi takip edebilme yetisine hakikaten akıl erdiremiyorum. 

Yeni diziler ve yeni sezon bölümlerini izlemek istediğim eski diziler aşağıdaki gibi. Acaba ben de mi artık kitap değil kitap özeti okusam, dizi değil dizi özeti izlesem, şarkı değil şarkı özeti dinlesem?

                                                     (gossip girl- çirkefliğin son sezonu)

1. Downton Abbey
2. Good Wife
3. Gossip Girl ( seviyorum işte var mı diyeceğin)
4. Homeland ( fena taktım)
5. Mad Men
6. Newsroom
7. Political Animal
8. Grey's Anatomy ( klasiklerden vazgeçmem)
9.  Arrow
10. Touch
11. Modern Family
12. The Walking Dead ( itiraf; korkuyorum ama olsun)
13. Game of Thrones
14. Revenge 

Alt alta yazınca iyice ürkünç oldu. Bayramda hiçbir organizasyonum yok ne yapsam diye boynu bükük kalanlar üzülmeyin, onlarca bölüm siz heyecanlanın, mutlu olun, korkun veya stress olun diye hazırda bekliyor... Seçin, alın!


                                                 ( newsroom- kanmayın bu gülen suratlara)

15 Ekim 2012 Pazartesi

KUSURLU-LUK


Şu ana kadar yapılan bienalleri gözden geçirdiğimde, KUSURLULUK en sevdiğim tema oldu diyebilirim. Konu tasarım, mekan İstanbul, tema Kusurluluk. 

Daha adım atmaya yeni başlamış bebeklerin bile fotoğrafları çekilirken anası babası saçını tarar, patisini düzeltir, büyüdükçe komşunun her şeyi dört dörtlük çocuğuyla karşılaştırılır, okulda aykırı hareket yapması engellenir, farklı meslek seçmesi istenmez, ana yoldan çıkıldıysa etraf tarafından 'doğru yola' ikna edilir, kusursuzluğun önemi her yaşta insana hissettirilir.
 
On parmağında on marifet olanlar, dışarıdan on numara görünenler, onlarca kişiyi peşinden sürükleyenler 'kusursuz' olduklarını her daim diğerlerine hatırlatmak isterler.

Halbuki biliyoruz, kusursuz diye bir şey şu ana kadar dünyaya gelmemiş, hiç yapılmamış, hiç yaşamamıştır. Kusursuz olmaya çalışanlar da kusura bakmasınlar ama modaları çoktan geçmiştir. Gerçek olan her şeyin öyle ya da böyle bir kusuru vardır, ve bu iyiye işarettir. Kusurun varsa gerçeksindir, inandırıcısındır. 

Hepimize göre sayısız kusuru bulunan İstanbul'un bu kadar cezbedici bir şehir olmasının da arkasında bu kusurlu hali yatar. Birbirinin içine geçmiş farklılıklar İstanbul'u vazgeçilmez, etkileyici kılar.

İlk Tasarım Bienali işte bu yüzden ben de ayrı bir heyecan yarattı. 

İstanbul Modern, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'nda sergileri gezebilir, link'ten etkinlikleri takip edebilirsiniz.

Kusurluyum, kusurlusun, kusurlu. İtiraz istemem!