29 Ekim 2012 Pazartesi

Mone(t) O Ne ?





Bugün bir Monet kolay yetişmiyor.  O halde onu daha yakından tanıyalım.
Hayatına standart normlarla değil geniş açıyla bakalım.  Kah gülelim kah ağlayalım.


1.    Sürünmüş mü?

Bir Van Gogh gerçeği var ki on yıllardır ‘Bak tek tablo satamadan göçtü gitti... Yalnızlıktan kulağını kesti’ diye belleğimize kazınmıştır. Şu an ‘dahi’ olarak nitelendirilen ancak zamanında emaresi okunmayan, soğuk yataklarında amansızca ölen onlarca sanatçı vardır. Monet onlardan biri midir? Elbette sürünmeyen sanatçı olmaz. Ancak kazandığı paralarla yaptığı yatırımlar akılcıdır. Birinci Dünya Savaşı sırasında ortalık kan gölüne döndüğünde, Monet kendi arazisinde yarattığı göletindeki nilüferleri resmederek vatandaşlık görevini yerine getirmiştir.
  
2.    Peki ya intihar?

ddevamı... Milliyetsanat.com'da! 

22 Ekim 2012 Pazartesi

Evde bir Bayram Havası

                                       ( downton abbey- saf- temiz- günahsızlar topluluğu)

Bayram geliyor, çantalar hazırlansın en hızlısından uzaklara kaçılsın. Büyük bir keyifle başlayan bayram tatili 'annecimm dört gün kaldı, üç, hayır iki Allahh'ımmm birr!' nidalarıyla sona ersin istiyorum.

'Nerede kaldı eski bayram sabahlarının neşesi' diye sitem eden aile büyüklerine artık gerekli sert cevapların verildiği ve bu serzenişin sonsuza kadar raflara kaldırıldığı bir bayram olsun diye her gece yatmadan önce dua ediyorum.

Esasında çekirdek bir ailenin vazgeçilmez üyesi olmasam, alırım yastığı yorganı bilgisayarı kimine göre dokuz kimine göre altı günlük tatilde su bile içmeden dizi seyrederim. Milletin düzenli bir işe, haftada iki gün spor yapmasına, yoğun bir sosyal yaşantısı olmasına ve bir de sohbeti geçen her diziyi takip edebilme yetisine hakikaten akıl erdiremiyorum. 

Yeni diziler ve yeni sezon bölümlerini izlemek istediğim eski diziler aşağıdaki gibi. Acaba ben de mi artık kitap değil kitap özeti okusam, dizi değil dizi özeti izlesem, şarkı değil şarkı özeti dinlesem?

                                                     (gossip girl- çirkefliğin son sezonu)

1. Downton Abbey
2. Good Wife
3. Gossip Girl ( seviyorum işte var mı diyeceğin)
4. Homeland ( fena taktım)
5. Mad Men
6. Newsroom
7. Political Animal
8. Grey's Anatomy ( klasiklerden vazgeçmem)
9.  Arrow
10. Touch
11. Modern Family
12. The Walking Dead ( itiraf; korkuyorum ama olsun)
13. Game of Thrones
14. Revenge 

Alt alta yazınca iyice ürkünç oldu. Bayramda hiçbir organizasyonum yok ne yapsam diye boynu bükük kalanlar üzülmeyin, onlarca bölüm siz heyecanlanın, mutlu olun, korkun veya stress olun diye hazırda bekliyor... Seçin, alın!


                                                 ( newsroom- kanmayın bu gülen suratlara)

15 Ekim 2012 Pazartesi

KUSURLU-LUK


Şu ana kadar yapılan bienalleri gözden geçirdiğimde, KUSURLULUK en sevdiğim tema oldu diyebilirim. Konu tasarım, mekan İstanbul, tema Kusurluluk. 

Daha adım atmaya yeni başlamış bebeklerin bile fotoğrafları çekilirken anası babası saçını tarar, patisini düzeltir, büyüdükçe komşunun her şeyi dört dörtlük çocuğuyla karşılaştırılır, okulda aykırı hareket yapması engellenir, farklı meslek seçmesi istenmez, ana yoldan çıkıldıysa etraf tarafından 'doğru yola' ikna edilir, kusursuzluğun önemi her yaşta insana hissettirilir.
 
On parmağında on marifet olanlar, dışarıdan on numara görünenler, onlarca kişiyi peşinden sürükleyenler 'kusursuz' olduklarını her daim diğerlerine hatırlatmak isterler.

Halbuki biliyoruz, kusursuz diye bir şey şu ana kadar dünyaya gelmemiş, hiç yapılmamış, hiç yaşamamıştır. Kusursuz olmaya çalışanlar da kusura bakmasınlar ama modaları çoktan geçmiştir. Gerçek olan her şeyin öyle ya da böyle bir kusuru vardır, ve bu iyiye işarettir. Kusurun varsa gerçeksindir, inandırıcısındır. 

Hepimize göre sayısız kusuru bulunan İstanbul'un bu kadar cezbedici bir şehir olmasının da arkasında bu kusurlu hali yatar. Birbirinin içine geçmiş farklılıklar İstanbul'u vazgeçilmez, etkileyici kılar.

İlk Tasarım Bienali işte bu yüzden ben de ayrı bir heyecan yarattı. 

İstanbul Modern, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'nda sergileri gezebilir, link'ten etkinlikleri takip edebilirsiniz.

Kusurluyum, kusurlusun, kusurlu. İtiraz istemem!




 

12 Ekim 2012 Cuma

BAŞKA BİR KADIN


 Bebek olunca hayat değişiyor arkadaş! ( a çok değişik bir şey söyledim). Bir yandan keşfettiğin yeni bir aşkla kafan allak bullak oluyor, bir yandan eski hayatının peşinden gitmeye çalışıyorsun.(kimi de kasmıyor o ayrı tabi) Sonuçta; kaybolan telefonlar, tarihini karışıtırdığın toplantılar, görmeye fırsat bulamadığın dostlar, yeşil ışıkta gaza değil frene basmalar... Buğulu bir beyin, işlemeyen bir zeka...
İki ve üzeri çocukları olan insanlara duyulan derin bir saygı... 

Belki kasmasam daha rahatlarım, salıver gitsin bu bünye ne yaparsa yapsın diyorum beynime ama duyuramıyorum. Durumu eşe dosta anlatıyorum, Meleklerden yardım iste gibi geri dönüşler alınca, meleğin alası var evde de mühim olan zihin terbiyesi diyorum içten içe... Bir çok şeyi geriden takip ediyorum ama konu sinema olunca akan suları durdurma imkanı yaratıyorum. 

Bu hafta vizyona girecek Fransız filmi 'Başka Bir Kadın'ı herkeslere tavsiye ediyorum. Filmekimi'nde izlemeye fırsat bulduğum filmin derin bir konuyu naif anlatışını çok sevdim.  Fransız filmi dendiği anda 'aaa NOT je t'aime' diyenelere de 'bir kesin şu önyargıyı' diyerek çıkış yapmak isterim. Daha ilk dakikalarda ailesine, sevdiği adama verdiği önemi anladığımız kariyerinin başındaki kadınımızla (Juliette Binoche) tanışıyoruz.  Mutluluktan havalara uçarak geçirdiği bir gecenin ardından 15 seneyi geride bırakmış ama zırnık hatırlamayan başka bir kadınla uyanıyoruz. Aşık olduğu adamdan boşanmak üzere olan maxi düzeyde zengin bir kadın...

Hayattan gerçekten ne istediğini unutup hırsa bulanıp kızarmak üzere olanları dize getirip 'what the fuck' dedirtebilecek bir yapıt izliyoruz. 





Bu filmi benim gibi izleme fırsatı bulanlara veya 'bu kadar yazdın ama cık beni ikna edebilmek için 40 fırın (ekmek değil fırın) yemen gerek' diyenlere de iyi bir Türk filmi Uzun Hikaye'yi veya Family Guy'ın yaratıcısından hiç de masum olmayan oyuncak AYI Teddy Bear'ı tavsiye ederim..







Belki sinemada karşılaşırızz.

İyi haftasonları,

8 Ekim 2012 Pazartesi

MİLLİYETSANAT.COM




Bilmiyorsanız öğrenin milliyetsanat.com hayata geçti. Arada tıklamanızı ve fütursuzca zaman kaybetmenizi dilerim. Sanatın bir köşesinden tutmak için kıvranan ama korkanlara el veren yazım milliyetsanat.com'da... 




 Filmekimi'nden KORKMA! 



Yaz boyunca alternatif programlarıyla tatili kursağında bırakan farklılığın peşinde koşan arkadaşların Kaş’tan Göcek’e Asos’tan Rize’ye dalgalı destinasyonlarda emin adımlarla yol alırken, sen hep standardı bozmayayım kafam rahat olsun dedin yine sıkıldın, yine aynı mekanlara gel git daraldın.

Tam yaz travmasını atlatmak üzereyken eylül sonlarında ofisin gizli köşelerinde bir araya gelmiş iki, üç kişi ellerinde adını tam koyamadığın program kitapçığında işaretlemeler yapıp fısır fısır konuşurken kahve alma bahanesiyle yanlarından geçtin, göz teması kurmaya çalıştın ama nafile. Yine de saf teşkil ettin, onları duyabileceğin bir mesafeden kulak kesildin, şekersiz içtiğin kahvene şeker atıp karıştırmaya başladın. 

Bu esnada ‘Film’ kelimesini duydun, ‘Ekim’ ayından bahsedildiğine şahit oldun, anladın ki  konu; film festivali. Lafa dalmak, sen de gitmek istediğini haykırmak istiyorsun ama sana pas veren yok. Cesaretini topladın tam iki gün önce gazetede okuduğun Haneke’yle ilgili bir şey diyeceksin ağzından ‘Ha...’ çıktı, ikili kindar gözlerle seni süzüp tekrar kendi konuşmalarına geri döndüler. Sen de hiçbir şey olmamış gibi elindeki karıştırma çubuğunu çöpe attın. Sus pus olup, masana geri döndün.

yazının devamı için milliyetsanat.