Etraftaki lüzumsuz, yeteneksiz pazarlama harikası şarkıcılar içimize fenalıklar getirip, bayağılık ve sıradanlıkla paçamıza yapışırken bu kadının ölmesini içime yediremiyorum. Üzerinden günler geçti ama alışamıyorum...
28 Temmuz 2011 Perşembe
AMY
Etraftaki lüzumsuz, yeteneksiz pazarlama harikası şarkıcılar içimize fenalıklar getirip, bayağılık ve sıradanlıkla paçamıza yapışırken bu kadının ölmesini içime yediremiyorum. Üzerinden günler geçti ama alışamıyorum...
24 Temmuz 2011 Pazar
BAYILDIĞIM MÜZE
Uzun zamandır gitmeyi aklıma koyduğum ama bir türlü fırsat bulamadığım Burhan Doğançay Müzesi’nin kapısındayım. Gün her zamanki gibi İstanbul’un en sıcak günü ve etrafta herkes pişmiş halde dolanıyor...
Taksim Balo Sokak’ın esnafı fena halde sıkkın. Kapıyı çalıyorum oldukça güleryüzlü biri kapıyı açınca şaşırıyorum. Beni asansörle dördüncü kata çıkarıyor. Kısa bir açıklama sonrası kendimle başbaşa kalıyorum...
Türkiye’de satılmış en pahalı tablo Mavi Senfoni’nin sahibi Doğançay’ın her katta ayrı bir dönemini izliyor, kendisindeki gelişim ve değişimin tablolarına yansıması heycanını arttırıyor...
Ben kattan kata geçerken hem etkileniyor, hem de müzeye gelirken attığım hızlı adımların vücudumdan fışkıran terler olarak mutasyon geçirmesine biraz asabımı bozuyor....
En alt katta Zen Diamond’la ortaklaşa yürütülen ve dudak uçuklatıcı meblağlara satılan kolyelerin daha az değerli taşlarla daha uygun fiyatlara çekilmiş benzerlerini görüyorum, oldukça etkileyici...
Yine Doğançay’ın resimlerine sadık kalınarak yapılan bardak ve tabaklar, bir ay sonra satışa çıkacağı tahmin edilen babetler ve çantalar; çağdaş sanatı gündelik hayatımızın birer parçası yapma konusunda atılan güzel adımlar olarak beni sevindiriyor...
Hayatımda ikinci kere başıma gelen bu baygınlık durumu beni panikletiyor ancak Cumali sayesinde emin adımlarla dışarı çıkıyorum. Beraber dışarı çıkıp, ben taksiye binene kadar benden gözünü ayırmayan Cumali hayatım boyunca unutmayacağım karakterlerden biri olarak hafızaya alınırken, her anlamda bayıldığım ilk müze gezintim de burada sona eriyor...
20 Temmuz 2011 Çarşamba
PEACOCK ROOM
Yukarıda gördüğünüz görüntü 1876-1877 yıllardında Mr. Leyland’ın yemek odasında bir değişiklik yapma isteğiyle bu odayı ressam James Abbott McNeill Whistler’a teslim etmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
Aşağıda bu odanın yenilenerek sanat severlere müze niteliğinde tekrar sunuluşunu görüyoruz.
17 Temmuz 2011 Pazar
40THEFILM
40 ‘deneme kopyası’ olarak bizim eve girdiğinde ‘işim var, şu an izleyemem’ tribime maruz kalmıştı. Ardından salonda çalışırken bilgisayarın başından göz ucuyla filme bakma sürecim başlamış, on dakika sonra herşeyi bir kenara bırakıp pür dikkat filmi kıpırdamadan izlememle sonlanmıştı... Film biter bitmez de Emre Şahin’le tanışmak istemiştim.
Türkiye’de bir benzerine şu ana kadar benim rastlamadığım film; oyuncu seçimi, görsel gücü, öykü ve kurgusuyla Emre’nin yapacağı diğer işleri heyecanla beklememe sebep oldu...
Toronto ve Osaka’da ‘official selection’ listesinde yer alarak gösterimi yapılan filmin yurtdışında maruz kaldığı ilgiden fena halde başının döndüğünü de söylemeden geçemeyeceğim!!
Önereceğim nadir Türk filmlerinden biri olan 40’ın temmuz ayının kurak havasında bile olsak bolca gişe yapmasını diliyorum!
Bol şans Emre ve Sarah!!!
Not: Ali Atay'ın nasıl iyi bir oyuncu olduğunu ben bu filmle anladım...
Fragman için tık tıklaa.... http://www.40thefilm.com/
12 Temmuz 2011 Salı
Mermerin Son Vuruşu
Yaz olunca yavaşlıyor, sakinleşiyoruz. En nihayetinde İzmirliyiz☺ İstediğin kadar zorla bünye bir noktadan sonra sisteme karşı gelip fiestaya yöneliyor...
Bir hafta boyunca dolaşıp, gezdik, görüp içtik, içip yedik. Urla’ya senelerden beri geçerken uğrardım sadece, en jenerik olan mekanlarında gezer, İskele’de balık yerdim en fazla.
Ancak bu sefer coştum, köşe bucak, sokak aralarını adımladım. Kendine has yapısı, eski Rum evlerinin sadeliği, güzelliği arasından Arasta’ya geçişi ve Arasta’daki her dükkanında kendine has enteresan yapısı karşısında etkilendim.
Arasta; Urla Merkezi’nin çarşısı... Tüm eski dokular korunmuş, biraz İzmir Kızlarağası Han’ını hatırlatıyor... Katmercilerin önünden geçip, ara sokaklarda dolanırken farkında olmadan Ana Meydan’a çıkıveriyorsun... Farketmeden çıkman çok iyi! Çünkü farkettiğin anda burayı görmeseydim de bu daracık sokaklar ve doğa benim ruhumu temizleseydi diyorsun...
Ana Meydan’a her yerde posterlerini görebileceğiniz ‘URLA RAHATLIYOR; MEYDAN AÇILIYOR’ havasında bir yapı dikmişler. Baştan aşağı mermer bir yapı hayal edin. Taban, tavan ve yan duvarların mermer olması, Urla havasının çok sıcak olmasıyla harmanlanınca ortaya üzerinde yürürken beyin kanaması geçireceğinizi hissettiğiniz bir yapı çıkıyor... Hangi mimar, hangi öngörüyle üzerinde bir tane bile ağaç olmayan, su birikintisinin yanından geçmeyen, ve ferahlık vermeyen bir meydan, yaşam alanı planlar bilemiyorum.... Belediye binaları, sağlık ocakları, hastane adasıyla hep zarif yapıların merkezi olan Urla’nın ortasına konulan bu mermer yuvası dudak uçuklatıcı, uyku kaçırıcı cinsten... Çölde yaşasam nasıl olurdu diye düşünüyorsanız, alanı baştan sonra bir kere yürümenizi tavsiye ederim.!
.