30 Haziran 2010 Çarşamba

Nispetiye Şenleniyor!

(Mia-posta yayınlanan yazımdan derlemedir!)

Etiler’in can damarı, nefes alma, yürüyüş yapma, ferahlama köşesi Nispetiye Caddesi 2 farklı restorana daha hayat, bize de keyif vermeye başladı.

Panino Giusto

Milano menşeli, Türkçe karşılığı tam anlamıyla “Doğru Sandviç” olan Panino Giusto’nun İstinye Park’taki şubesi kapandığında özel sandviçleri, makarna, pizza, salata ve tatlıları nerede bulacağız diye dertlenirken, daha da güçlenerek yenilenmiş hali Nispetiye Caddesi’nde karşımıza çıkınca şaşırdık!

Dünya çapında toplamda 41 farklı şubesi olan Panino Giusto, dünyadaki örneklerine nazaran biraz da lokal özellikler katarak Panino Giusto’yu rakipsiz bir İtalyan restoranı yapma peşinde. Kavaklıdere önderliğinde hazırlanan bir de Kavın bulunduğu restoranda her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş.

Dekorundan, bahçesine, mutfağından, mönüsüne kadar özenle hazırlanmış bir restorandan daha ne isterim ki diye sorarsan; 18.00-20.00 arası yapacağı “Happy Hour” derim!
http://www.pgip.com.tr/

EAT’NJOY

Big Chefs’ten sonra bir Ankaralı daha Nispetiye Caddesi’nde ağırlanıyor. İlk iki şubesi Ankara’da açılan EAT’NJOY fajita, steak, pizza, makarna ve salatalarıyla karnımızın guruldamasına sebep oluyor.

Mönüsünün en dikkat çeken kısmı ise kuşkusuz“Doğu’dan Batı’ya Lezzetin İzi” kısmı. Bodrum Çökertme Kebabı’ndan, Tai Usulü Sebzeli Tavuk’a damgasını vuran EAT’NJOY Ankaralılardan sonra İstanbulluların da favori restoran listesine girmeyi hedefliyor.

Güzel bahçesi, renkli sunumu ve lezzetli yemekleriyle bunu başarmakta çok da zorlanmayacağını düşünüyoruz.

İki yeni restoranımıza başarılar, sana da keyifli saatler geçireceğin afiyet dolu yemekler dilerim!

http://www.eatnjoy.com/

29 Haziran 2010 Salı

Hakikaten Türkiye’deyim Haberleri



1.Ankara’nın Logosu
Ankara’nın logo yenileme çalışmaları sürüp giderken giderken günlerden bir gün “Gülen Ankara Kedisi” çalışması başarılarıyla zirveye oturmuş. ( Bu arada mevcut logo Hitit Güneşi’nin ne problemi vardı, onu anlayamadık. Olsun!)

Farklı sektörlerden farklı görüşler alınmış, kiminin sempatik kiminin özensiz bulduğu çalışmanın başarısı hararetle tartışılırken, kafaları en çok karıştıran konu logonun CATS müzikali amblemine benzerliği olmuş. Ankara’nın yeni logosunun tasarımcısı ise “Bu müzikalin amblemini hayatımdan ilk kez gördüm” diyerek duruma son noktayı koymuş… Sonuçta kafalar oldukça karışık, çoğunluk tepkili…

Kafaları kurcalayan bir soru daha var ki, o da oldukça önemli… Bir gözü mavi, bir gözü yeşil kedi adını da aldığı Van ilimizi temsil eden bir hayvanken, esas Ankara’ya özel olan hayvan Ankara Keçisi değil midir? Bunu da mı yanlış öğrendik diye kendime sorarken belediyeden cevap geldi, rahatladım.
Ankara Kedisi: Keskin hatlarla belirlenmiş orta büyüklükte bir kafaya sahip, burunu oldukça uzun ve üçgenimsi bir yapıdadır. Kulaklar uzun sayılabilecek bir büyüklükte dik ve birbirine yakın olarak başın üst tarafına doğru yerleşmiştir. Kulak uçları dik ve tüylüdür. Gözler iri ve yuvarlak yapıda, göz bebekleri ise dikey bir badem şeklindedir.

Açıklama uzuyor ama ben anladım! Kediler benzer ama kendi içlerinde spesifik.
Üstünde konuşuldukça garip detaylar çıkıyor, bu konuyu geçelim.
( Milliyet Gazetesi)

2.Bu kızı bulalım!

Reina’da Demet Akalın’ın yan masasında oturan genç kız ayağa kalkınca eteği havalanıyor. Demet Akalın’da kıza “Bütün Reina poponu gördü” bilgilendirmesi yaparak masalar arası savaş ilan ediyor. Mini bir kaza sonrası eteği havalanan kızımız ise sesli yanıt sistemiyle “ Benimkini sadece Reina, seninkini bütün Türkiye gördü” diyerek iadeyi ziyaret yapıyor. Hayran kaldım ne diim! (Hürriyet Gazetesi)

3.Evliya Çelebi

Bir insan 4 yılda en fazla kaç farklı ülkeye gidebilir?
Zoru başaran Eyüp Milli Eğitim Müdür Vekili Güsamettin Erdoğan 4 yılda 160 ülke gezmiş. Nasıl mümkün olur ben bilmem… 27 yılda bu rakamın 10’da 1’ini bile yapamadım…

İddialar için “Kardeş okul ziyareti kapsamında gittik. Devlet parası almadık. Dünya barışına katkı sağlamaya çalışıyorum” açıklaması yapılmış…

Ben çok iyi niyetli ve samimi buldum. Hedef; “Dünya Barışına Katkı” ise yöntem kesinlikle bu mudur, budur… (Habertürk Gazetesi)

27 Haziran 2010 Pazar

Gözlerinin Hastası Afişlerin Ustası


Ben resmin şaşırtanını, her baktığında yeni bir çizgi, yeni bir renk keşfettirenini sevdim, saydım.
Neşeli oldum mu neşe katan, üzüldüm mü enerji yayanı göz önünde olsun.
Gerisi tek ayakta geride dursun beklesin, sırası geldiğinde başkasına koşsun, bana gelmesin istedim.

1999 yılında tekrarı çevrilen The Thomas Crown Affair filminde yakışıklı zengin hırsız nam-ı diğer 007 Pierce Brosnan “çok zengin olunca da hayat çok sıkıcı olorr, New York Metropolitan Museum of Art’tan bir tablo çalayım da hayatım ışısın” demiş ve gelmiş geçmiş en güzel bacakların sahibi sigorta müfettişi Rene Russo’nun gözetimine girmiştir. Rene; “Thomas bu iş bana komaz, seni tutuklatmalıyım” derken Aşkına Eşkıya Thomas muazzam bir plan yapmış Belçikalı Sürrealist Ressam Rene Magritte’nin “The Son of Man” tablosundaki adamın kılığına hem kendi girmiş, hem de onlarca adamın bu kılıkta ortalıkta gezinmeye başlamasını sağlamıştır.

Bu suretle Thomas (Pierce Brosnan) aradan sızarak çok çok uzaklara kaçmayı başarmıştır. Bugün hala bu film konuşulduğunda veya Pierce Brosnan muhabbeti yapıldığında konu kimsenin gizemini pek de çözemediği ama baktıkça baktırtan, her seferinde yeni şeyler hatırlatan “The Son of Man” tablosuna gelir ( her muhabbet gelmez ama “şapkalı adam vardı tabloda di miii” bir şekilde olur diyelim)

Geçtiğimiz senelerde Dali, Miro sergileri Türkiye’ye uğrayınca sürrealizm olayını hap yaptık yuttuk.
Sürrealizm deyince akan sular durur, gözlerinin hastası afişlerin ustası Polonya doğumlu New York School of Visiual Art’ta Profesör Rafal Olbinski “ben de varım” der. Kendisinin eserleri ilk paragraftaki açıklamaya uygun, The Thomas Crown Affair’den aşina olduğumuz Magritte’nin tarzıyla benzerlik göstermekte, yeri gelmişken blogumuzda seyrine sunulmaktadır.




25 Haziran 2010 Cuma

Aman diyeyim Michael!

2 önemli karakteri olan bir film Sex and the City; New York ve Kadınlar…

Ana karakterlerden biri filmin ortasında ölür ortadan kalkarsa, ne hissedersin?!

Ben şahsen 2. yarıda; ölen ile aramdaki anılar sürekli zihnimde canlandığı için üzülmekle geçirdiğim sürede bunaldım!

New York ile özdeşleşen filmin, Abu Dabi’de neden geçtiğini anlayan varsa anlatsın! Hadi kısa bir tur olur anlarım da neden 2 saat? Normal şartlar altında zekâsına hayran kaldığımız senaryosu, her seferinde şaşırtmayı başaran ve beyinde “di mi yaaaa” efekti yaratan diziyi özlemle andım!

Artık gerçek anlamda yaşlanan ana karakterler, bana benim de yaşlandığımı hatırlattığı için ayrıca sıkıldım!

Herkesin aksine ben ilk yarıyı sevip, hatta kimi yerlerde gülmeyi başarıp 2. yarıda fenalık geçirenlerdenim.

Tüm bu yaşanmışlığın ardından oldu mu bu ya? Acı ama gerçek sadece kıyafetlerine özen gösterilen bir filmden sonra da tabii ki aklımda sadece 2 tane kıyafet kaldı…

Biri Miranda’nın Stanford’un düğününde giydiği siyah elbise, diğeri film afişlerinde de gördüğümüz Carrie’nin Aidan’la buluştuğu gece giydiği Pucci elbise…

Gözün kör olmasın, 3.’yü çevirmeyesin Michael Patrick King…



23 Haziran 2010 Çarşamba

BODY WORLDS


Yaşam Döngüsü

Kimse artık ben güzelim, çekiciyim diye ortada artistlik yapmasın!
Derine iyi bak, o olmadan bir hiçsin…
İnsan derisi olmadığında belki üstün hassasiyetle çalışan bir makine olduğunu daha iyi anlıyorsun ama aynı zamanda görsel anlamda bakmakta zorlanacağın bir yaratığa da dönüşüyorsun!

1978 yılında Heidelberg Üniversitesi’nde Anatomi Enstitüsü’nde Dr. Gunther Von Hagens; 5 aşamalı bir teknikle insan vücudunun sergilenebilecek halde korunmasını sağlayan bir yöntem keşfediyor.
Bizler de 17 Aralık 2010 tarihine kadar uzun metrajlı Biyoloji dersi kıvamında bu sergiyi gezebileceğiz.

Şimdi benim gibi Fizik-Kimya-Biyoloji dersleri için dışarıdan destekli yeni bir beyine ihtiyaç duyan bir bireyin bu serginin ince detaylı bilgilerini belli bir süre içerisinde algılaması zor. E bir yandan da yüksek tansiyonun kalbe verdiği zarar, sigaranın akciğerlere yapmış olduğu etki gibi başıma gelmeden dinlemek istemediğim dertler de bir takım bilgileri pas geçmeme sebebiyet verdi. At ve Zürafa’dan da mı etkilenmedin dersen… çok etkilenmedim. Belki aşama aşama bu hayvanın başından neler geçtiğini görsem, müze ortamında sergilenişi tüylerimi diken diken edebilirdi. Ama gördüğüm şeyler gerçek olduğunu bilmeme rağmen bana “maketmiş” hissi yarattığı için etkilenemedim…

Beni esas etkileyen “Yaşam Döngüsü” içinde hayat ve yaşama dair verdiği bilgiler, akıllar…

1.Dünya’da 100 yaşını aşmış insan sayısı: 450.000 ve bu insanların ortak öğütleri:
•Gökkuşağı renkleri yiyin. ( bolca sebze-meyve)
•Amaçlı yaşayın.
•Birisine bir şey ifade edin.
•%80 oranında doyarak yemekten kalkın.
•“Az aslında çoktur.” a inanın.
•Ömür boyunca öğrenme ve dünyayı keşfetme arzusuyla yaşayın.
•İYİMSER olun!

2.Bağışıklık Sistemi Nasıl Güçlenir?
• Vitamin açısından zengin diyet
•Düzenli egzersiz
•Bol&derin uyku
•Kahkaha
•Eğlence
•Sevgi
3.Bir kadın hayatı boyunca ortalama 35 kez doğum yapma kapasitesine sahip.
4.Hapşırdığında vücudundaki tüm fonksiyonlar durur, kalbin dahil. ( bu doğruymuş!)
5.Gülmek ve öksürmek omurgana yürümek ve ayakta durmaktan daha fazla yük bindirir.
6.Utandığında sadece yüzün değil, mide derin de kızarır.
7.İnsan vücudunda neredeyse dünyayı 2 kez çevreleyecek kadar kan damarı bulunur!
8.Tütün ömür hırsızıdır. Yaşamın 7 yılını, hastalıksız ömrü ise 14 sene kısaltır.
9.Daha küçük olmanın daha kısa ömür getirdiğini söyleyen memeli kurallarının istisnasıyız. Normal şartlarda 25 sene yaşıyor olmalıyız. Ancak birikimlerimizi gelecek nesillere aktarma güdüsüyle yaşam sınırlarımızı zorluyoruz.
10.80 yaş üzeri her 6 kişiden 1’i bunamanın bir türünü yaşamaktadır.
11.Yaşlandıkça iskelet ve kasların ağırlığı azalma eğilimindedir. Bu sebeple yaşlılar daha küçük gözükür.
12.Bronzluk güzelse de yaşlanma sürecini HIZLANDIRIR!
13.Kaslar ve Beyni kullanmazsan kaybedersin!(gayet açık ve net bir uyarı!)


Kısaca insan vücudu karşıtlıklar harikasındır. “Yalın ama karmaşıktır.” demiş Dr. Hagens.

Serginin en enteresan bölümlerinden biri de; ressam Claude Monet ve Edgar Degas’ın gözlerinde katarakt olduğunun tahmin edildiği dönemlerde “ne gördüğü” ve “ne resmettiğine” dair yapılan sunumdur.



Bu noktada; Lübnan asıllı Amerikalı yazar Halil Cibran'ı konuşturalım,
“Bedeniniz ruhunuzun arpıdır. Ondan tatlı bir müzik veya karmaşık sesler çıkarmak sizin elinizdedir.”

Karmaşık yalınlığı görmek için bu sergiye gidin. Kaslardan ve vücudun uyumundan mutlaka etkilenirsiniz ama esas kendinizin mucize olduğunuzu unuttuysanız veya hiç fark etmediyseniz, gücünüzü ve öneminizi bu sergiyle fark edin!

www.bodyworlds-istanbul.com
(biletleri biletix'ten veya serginin girişinden alabilirsiniz.)

BABY SHOWER




Biz ailecek konuya gelinimiz Yasemin bizim ailemizin bir parçası olduktan sonra dâhil olduk. “Baby Shower”ın sözlük anlamını öğrendik, hemen entegrasyonu gerçekleştirdik. Algıda seçicilikten midir bilemem, ben konuya vakıf olduktan sonra herkesin dilinden “Baby Shower” dökülmeye başladı.

Amerikan orijinli bu aktivite, yeni doğacak bebeğe bir nevi “hoş geldin” partisi. Amerika’da daha çok bebeğin neyi eksikse ona destek olalım namına yapılsa da Türkiye’de biraz daha anneye moral, neşe, ailenin diğer üyeleri ve arkadaşlar için bir eğlence havasında geçiyor.

Şu an sadece Joker firması konunun önemini kavramış durumda. Baby Shower’lar için özel hediye çekleri, havuzları oluşturuyor. Genelde organizasyonu düzenleyen anne listesini Joker’den hazırlıyor.

Bu arada yurtdışında hamile annenin yakın akraba ve arkadaşları organizasyonu genellikle sürpriz yapmaya çalışsa da, vefakâr ve çalışkan Türk anne adayları genellikle kendi Baby Shower’larını kendileri yapıyorlar.

Yaso’nun bizim ailenin son model bebekleri Mercan ve Kaya için hazırladıklarına İstanbul’da olma zorunluluğumdan ötürü katılamadım, ama ne kadar eğlendiklerine ve hazırladığı oyunların 7’den 70'e babaannemi bile eğlendirdiğine şahidim!

İzmir'de bu organizasyonu yapan şirket var mı bilmiyorum ama İstanbul'da pek çokları mevcut, ve Rena'nın Dalya Hanım'ı(Da-vet Creative Group) da oldukça başarılıydı!

Bizim Baby Shower'ları kaçırınca fıstık anne Rena’nın Baby Shower’ına uçarak giriş yaptım. Tüm dostlarını bir araya getiren, leziz yemekli, eğlenceli partide hepimizin önceden hazırlamış olduğu bebek tulumları yarıştı!





Ben sıralamaya bile giremesem de çok başarılı 2 yapıt sergilediğimi düşünüyorum.
(geldigeliyor.com ve Benim annem Canım annem beni al Kollarına!)


En beğendiklerim sırasıyla:
1) Bence Bogue

2) Anneciğim, göğüslerine saldırmayı bekliyorum

3) İdare edemem Anne!


Herkesin oylarıyla kazanan "Anasının Kuzusu" ve hediyesi:


Gönüllerin Şampiyonu:



Miaposta'cılar!


Herşey bu güzel ailenin bayanları gibi GÜZEL olsun!



Bebek geldi mi, eğlencesiyle gelirmiş! Baby M dünya seni çağırıyor- bekliyoruzzz!

17 Haziran 2010 Perşembe

Düğünler Evrim Geçirsin!


Bu yazın ortak sohbet konusu; ağustos ayında ramazan başladığı için haziran-temmuza sıkıştırılan düğünler. Hangi köşeyi dönsem, yeni bir düğün tartışması içerisinde buluyorum kendimi. Durum şudur ki; eğlenmek yerine dır dır konuşan, keyiflenmek yerine kusur aramaya yönelmiş davetli kümesi gittikçe sayısını arttırıyor.

Ne yapacağız? İstiyorum ki düğünler için de yeni bir açılım yapılsın, standartlar değişsin.

Kimse hayatında 1-2 kez gördüğü insanları eğlendirmek için uğraşmasın, hayatının en önemlileri için parasını harcasın. Kim kime dum duma düğünler sona ersin, konseptli- az davetli düğünler egemenliği baş göstersin.

Bu akımın hafiften başladığı da tecrübe edilmektedir. Benim gibi buradan kaçıp Roma’da evlenmek isteyen 3 farklı kişi yazın başında aradı, sordu soruşturdu. İkisini evlendirdik bile! Bu vesileyle sadece teknoloji ve genetik biliminin gelecekte önem teşkil edecek meslek dalları olmadığını, yurtdışı düğün organizatörlüğünün oldukça ses getirecek bir meslek dalı olacağını öngörebiliriz!

Yakın çevreme bol bol akıl veriyorum ancak konuyla ilgili henüz beni dinleyen olmadı! Mesela nikâh şahitliğini yapacağım canım kuzenim Ecem, güzel Çeşme’mizin en devasal otelinde düğününü yaparken, ben bu yazdığım satırlarını düşünüyor olacağım.

Belki beni de birileri dinler diye, henüz pek kimsenin keşfetmediği ama bence düğün yapılabilecek en güzide mekânlardan biri olan Manastır Oteli bir düşünün… Tanışmasak da beni de davet edin:)

www.manastiralacati.com.tr







Atelier 55




(Miaposta'da yayınlanan yazımdan derlemedir.)

Galata’nın yeni gözdesi Atelier 55’i çok sevdik! Sadece modaya değil, sanatın birçok dalına atıfta bulunan ve özel parçalar seçen butik bugünlerde hayli kalabalık.

Daha yeni açılmasına rağmen; Notting Hill Design, David Koma, Bora Aksu, Avshalom Gur, Illesteva, Halston Shoes, Linda Farrow Sunglasses, Vassilisa, Charlotte Olympia, Ümit Benan, Bora Aksu, Avshalom Gur gibi dünyaca ünlü markaların bir arada bulunduğunu duyan moda severlerin akınına uğramış durumda.

Ancak Atelier 55 bununla da yetinmemiş çıkarken alıp götürmek isteyeceğin Karin Cincioğlu ve Bora Akıncıtürk’ün tablolarına, Uğur Çakı’nın heykellerine, Aliye Dörtler’in seramiklerine, Kısmet’in takılarına ve kendi özel yapım reçellerine de yer vermiş.






Rahat bir nefes alman ve alışverişten almış olduğun hazzı yerken de hissetmen için butiğin ön kısmında mini bir de kafesi var. Soğuk sandviçleri, tatlıları, peynir tabakları ve küçük atıştırmalıklarıyla göz ve mideni aynı anda mutluluğa kavuşturacağını temin ediyoruz. Ayrıca yemek yediğin masaları da beğenirsen satın alabilirsin.

Mekânını en efektif şekilde kullanmayı başarmış olan Atelier 55 her köşesinde moda, sanat ve tasarımı bir araya geliyor, butiğin kapısından tekrar geri döneceğini bilerek çıkıyorsun!