30 Eylül 2010 Perşembe

İPEKYOL

Yazdan sonbahara geçişin hüznü, güçlü şehir kadınları ve yeni ümitler.

İpekyol'un bu seneki outdoorları fena halde dikkat çekici.

Çevreyle uyum sağlayan outdoor ilanlarda kendinden emin kadınların şehre hükmedişini izlemek çok zevkli!

28 Eylül 2010 Salı

GELSİN KİTAPLAR!

Küçükken gittiğim tüm doğum günlerinde kitap hediye etmemle meşhurdum. Sağ olsun babacığım başka hiçbir hediyeye şans tanımaz, kitabı paket ettirir, elime tutuştururdu.

Barbie bebekler, bebek evleri, muhtelif eğlenceli oyuncakların yanında diğer çocukların yanında in mini çıtı pıtı hediyemi gururla taşırdım.

Genelde oyuncak gördüğünde çılgına dönen yeni yetme doğum günü çocuğu arkadaşına sarılıp binlerce teşekkür sunarken, benim hediyemi açınca “aa kitap, teşekkürler” deyip bir sonraki hediyeye olabildiğince hızlı parmaklarla davranırdı…



O zamanlar kitap hediye etmek benim için bir fobiyse, fobimi hobiye çevirdiğim söylenebilir. Şimdi tipine, asabiyetine göre arkadaşlarıma kitap seçip almak bana büyük bir iş yapmış hissi yaşatıyor…

Herkesin bol bol hediye alıp, uzun zamandır aradığı ama bulamadığı kitapları, plakları bulmaları, eski dönem afiş, dergi ve fotoğraflarına ulaşmaları için Sahaf Festivali 3 Ekim’e kadar uzatıldı…

Bir çoğunu özenle arasanız bile denk gelemeyeceğiniz sahafları bir arada anca senede 2 hafta görebilirsiniz… Bunu kaçırmak bence son derece çocukça olur!

Mekan: Taksimin göbeği-Gezi Parkı!

26 Eylül 2010 Pazar

Para Uyumuyor, Sende Uyuma Türkiye!

50 adet kazı kazanı kazımaya başlayarak girdiğim yoğun bir hafta sonu geçirdim. Ellerime çıkmayan pul pul parlak cisimler yapışmasına sebep olan kazı kazandan hiçbir şey kazanmayınca “bir daha mı, asla” diyerek tövbe ettim. Sayısala yöneldim. Haftaya 1.2 Milyon TL’yi tutturmak için oynayacağım… Kimsenin 6 bilmenin yakınından geçemediği hafta sonlarını çok seviyorum, olaya daha da motive oluyorum…

Kumarda kaybettik ama aşkta kazandık. Hafta sonu tarihi bir gün yaşadık. Hepimizin her hareketini, işini ve aşkını ezbere bilen ama kendisiyle ilgili bize en ufak ipucu vermeyen asistan/sekreter görünümlü genel müdürümüz Sinemimiz erkek arkadaşı bile olduğunu bilmediğimiz bir anda nişanlandı! Nişanlanacağına inanmadığım için olayın gerçekçiliğini test etmek için oradaydım. Tören yapıldı, olay gerçek, ikisi de çok mutluydu. Biz onu nasıl başkasıyla paylaşacağız bilmiyorum, mutluyum ama şu an biraz kafam karışık. Konuyla ilgili düşüncelerim yoğun…Beni kendimle bu konuda başbaşa bırakın...
Bu duygu yoğunluğu çerçevesi içerisinde kazı kazandan para çıksaydı bir diğer gün doğum gününü kutlayacağımız S.D'ye hediye etmeye karar vermiştim, kısmet olmadı. S.D’nin Cihangir’deki doğum gününden Asmalı’ya doğru yaptığımız yürüyüş esnasında 90’lı küçük kuzenimin ne kadar büyümüş olduğumu fark ettim. Boyunun benim 2 katı olması, ve beni onun kardeşi zannetmeleri dışında ruhen de büyümüş olduğunu görmek artık bu mekanları ona emanet etmem gerektiğini hissettirdi…

Geçmişi düşünmekten kurtulmak, duygu duvarlarımı yıkmak, "Teşekkürler Türkiyeee Turkcell'i Seçtin Diyee" şarkısını aklımdan çıkararak günümüz dünyasına biraz daha dahil olayım diye Wall Street:Money Never Sleep'e gittim.

Shia LaBeouf’un lise öğrencisi gibi göstermesine rağmen Eagle Eye’dan sonra bu filmde de nasıl başrol oynadığını anlamam mümkün olmadı. Tamam çok iyi oyuncu ama sürekli bir okul sahnesi bekleyerek filmi izliyorsun. Bunun dışında filmi sevdim. İdealist gençler dünyayı yöneten avuç içi kadar insanın karşısında, borsa, ekonomi ve çöküş- ben daha ne isterim???… Ancak film daha kısa ve heyecanlı olabilir miydi? Olabilirdi ama Oliver Stone’dur canımızdır, yeter ki film yapsın…

Filmde ne diyor? Para hiçbir zaman uyumayan fahişe gibidir, eğer onunla yeterince ilgilenmezsen bir sabah uyanırsın ve hepsi çeker gider… Dolayısıyla bu öğüt cebimizde, haftaya sayısal oynamayı unutmuyoruz! Haydan gelenin huya gitmeyip güzelliklere dönüştüğü bol kazançlı haftalar olsun!

24 Eylül 2010 Cuma

MICHAEL WOLF

Almanya’da doğup, Amerika’da okuyan, son 10 senedir Çin’de yaşayıp tüm dünyada gezerek fotoğrafçılık yapan, kültür-şehir-insan ve mimariyi sorgulayan değişik bir adam














22 Eylül 2010 Çarşamba

Sergi Dayağı


Daha önce de size anlattım. Louise ile ne zaman yola çıksak başımıza bir iş gelir. Bu son 10 senedir böyledir.

Dün Tophane’ye doğru yollandık. Hedef Elipsis’teki moda fotoğrafının dünyaca ünlü ismi İsviçreli Michel Comte’un Türkiye’deki ilk sergisine gitmek ve ardından da PiArt Galeri’de sadece Türkiye’de değil, Fransa ve Almanya’da da yapmış olduğu sergilerle kendisini bize hayran bırakan Mehmet Ali Uysal’ın sergisine göz atmaktı.

Sokakta açılan diğer sergileri de görünce gözümüz kamaştı, ilgi şaşırttı, hoşumuza gitti. Biz sergileri gezip, sokaktan ayrılırken her şey sakin, keyifli ve sanatla iç içeydi. Louise beni eve bıraktı, “ Valla Thelma bu bir ilk, hiç olay çıkmadı. Arabanın tekeri bile patlamadı” dedi. “Problem değil acısını bir daha ki sefere çıkarırız” dedim. Ayrıldık. 1 saat sonra Louise beni aradı, “Televizyonu aç, olanlara inanamayacaksın” dedi.

İnanamadım, o saat bu saattir de inanamıyorum ve algılayamıyorum. Farklılıklardan oluşmuş bir toplumun farklılıklara bu kadar tahammülsüz olabilmesini algılayamıyorum. Hareketlerini ve tercihlerini beğenmediğin insanlara sopayla saldırmanın altında yatan zihniyeti anlayamıyorum.

Saldırıya uğrayan galericilerin Türk sanatçılarını yurtdışında tanıtmak için verdiği emek, ve dünyaca ünlü yabancı sanatçıları Türkiye’ye 1001 zorlukla getirip harcadıkları çaba düşünüldüğünde sonuç yedikleri dayak olmamalıydı. Yabancı basın, sanatçı ve misafirlerin camları patlatılan mekanlarda biber gazı yedikten sonra tabana kuvvet bir daha dönmemek üzere cep hafızalarına doldurdukları bu güzel anılarla memleketlerine döndüklerini tahmin ediyorum. Hatta dün akşam emniyetten sonra direk ilk nefeslerini havaalanında almış olabilirler. İyi yolculuklar beyler, bayanlar. Sanırım bir daha hiç görüşmeyeceğiz.

Kimsenin gözü aynı görmüyor, gönlü aynı hissetmiyor, parmak izi aynı olmuyor. Sanatı seviyorum çünkü benimkinden başka bakışları görmek beni heyecanlandırıyor. Yaşadığımı böyle anlıyorum… Ama kafaya yediğin bir sopayla da yaşadığını gayet iyi anlatırız biz sana dert etme dersen tek uyarım Louise’e bundan sonra sergi açılışına giderken yanımıza çelik yelek ve kask almayı unutmayalım olur… Gerisi vız gelir, tırıs gider.

fotoğraf: Michel Comte

21 Eylül 2010 Salı

Rahat Emziren Annelerrrr!


Önümü arkamı, sağımı ve solumu çevirmiş hamile ve yeni doğum yapmışlar. Dinleyin!

Tecrübe ettik ki yeni doğuran anneler için bebeğe alışmak, bebek için hayata alışmak zordur, zahmetlidir. Süreci kolaylaştıracak her etken, anne adayının unutulmazları arasına girer!

LeiLeo Mom&Baby anne adaylarının hamileyken ve bebeklerini emzirirken yaşadığı problemleri gözlemleyerek alışagelmedik ürünleri beklenmedik fiyatlara sunmaya karar veriyor.
( Aşağıdaki Organik bir battaniyedir.)
Leileo anneler için tasarladığı eşofman altlarını, hamile, emzirme bluz ve kıyafetlerini kimyasal boya kullanılmayan, doğal liflerden elde edilen bambu kumaşından yapıyor. Ayrıca bununla da yetinmeyerek bebekleri de düşünüyor ve %100 Ege pamuğundan üretilen organik tulum, body, bere, önlük ve battaniyeyle bebeğinin ihtiyacı olan özeni sana sunuyor.



“Ürünler harika ama ne anneyim ne de adayım” diyorsan; organik bebek ürünlerinden oluşan hediye setini (en üstteki fotoğraf) yeni doğum yapan annelere gönderebilirsin. Aynı zamanda resim çerçevesi olarak da kullanılabilecek, geri dönüşümlü kâğıttan yapılan hediye paketinin zarifliği seni şaşırtacak.


Özel tasarımlı, sağlıklı giyeceklere tüm anneler ve bebekler ulaşsın diye fiyatları piyasadaki organik ürünlere göre oldukça uygun olan LeiLeo’ya http://www.leileo.com/ dan ulaşabilirsin.




(Miaposta yazımdan derlemedir.)

19 Eylül 2010 Pazar

Yıl: 2021 Teknolojinin Tokadı


Bayram, tatil vesilesiyle İzmir’deki eve her gittiğimde internet krizi yaşanır, çözümü senelerin alt komşusu, sokağımızın bodyguardı Onur’un bizim salondan çeken wireless internetinde bulurdum.

Onur bir gün annesinin üzerine kapıyı kilitleyip gitmesi sonucu evde esir kaldığında, kendisini kurtarmam için beni defalarca aramış ancak ben onun cevapsız aramalarına 6 saat sonra dönmüştüm. Bu hareketim karşısında acil durumlarda aranacak kişiler listesinden beni silmiş ve o zamandan beri de bana biraz kin beslemektedir. Buna rağmen wireless internetini kullanmama hiçbir zaman ses etmemiş, şifresini hep benimle paylaşmıştır. Çocukluk arkadaşlığı başka bir şeydir.

En son İzmir’e gittiğimde anneme “evde internet var mı?” soruma karşılık “hayır” cevabının alıp Onur’a telefon etmeye hazırlanırken annem “ Tabi ki kızım bizim VINIMIZ var” diyerek yeni bir dönemin başladığına işaret etmiştir. Bu tarihte önemli bir gündür. Onur artık bizim yükümüzü çekmekten kurtulmuştur.

Futurist, trend avıcısı olarak kendini tanımlayan Nils Müller’in Digital Dünyada Medyanın Geleceğinden bahsedeceği seminerde otururken “Bizim artık VINIMIZ var” cümlesini hatırlamamak elde değildir. Peki 2021’de bizim nelerimiz olacaktır?

Sunumun görsel gücü, müziği ve anlatılan malzemenin etkileyiciliği karşılığında bambaşka bir dünyaya gidip, günümün geri kalan kısmında orada kaldığımı itiraf etmeliyim. İşte 2021’den bazı kareler…

1. Herkesin gözünde artık birer lens olacaktır. Bu lens ile sokakta gördüğünüz insanların facebook profilleri siz onun yüzüne baktığınız anda karşınıza gelecektir. Kısaca girdiğiniz bir ortamda kimin yüzüne baksanız adı, mesleği, yaşı, arkadaşları gibi kişisel bilgilerine ulaşımınız kolayca sağlanacaktır.
2. Rüyalarımızı kaydedilebilecektir.
3. Bilgisayarlarımız daha da küçülecektir.
4. Arabanla bir billboard’un önünde durduğunda, billboard seninle veya arabanla ilgili şahsına özel bilgiler vermeye başlayacaktır.
5. İçine Ipod yerleştirilebilen çocuk kitapları çıkacak. Sen sayfaları çevirdikçe Ipod’un ekranında o sayfada anlatılan hikâyenin 3 boyutlu hali görülecek. Masaldaki tavşanı sevip, onunla konuşabileceksin.
6. Elimize aldığımız her şeyin kalorisini görebileceğizdir.
7. Konuşmadan, düşünce gücüyle telefonda konuşulabilecektir. Konuşmadan konuşmak cümle itibariyle doğaya aykırıdır, ancak yapılacak birşey yoktur.
8. Mağazalarda üst baş değiştirilmeyecek. Ekranlarda istediğimiz tüm kıyafetlerin üzerimize giyilmiş halini görebileceğizdir.
9. Her şey dokunmatik olacaktır. Mesela mutfaktaki malzemelerin bittiğinde ürünlerin bitmiş kutularına dokunarak çıkan ekrandan markete sipariş geçebileceksindir. Her aradığımda yanlış malzeme getiren bizim bakkalın bu hale gelmesi 10 seneyi çok az aşabilir.
10. Telefonunla fotoğrafını çektiğin herhangi bir mekan veya ürün ile ilgili aklına gelebilecek tüm bilgileri öğrenebileceksin. Mesela sevgilinin veya evde beslediğin hayvanının fotoğrafını çekip google search yaptığında daha iyi özellikteki ve farklı fiyatlardaki alternatiflerini bulabileceksin.
11. Eve aldığın dergileri bilgisayarının webcam’ine gösterdiğinde, dergin bilgisayarında hayat bulacaktır. Ve bir anda derginin tüm sayfaları seninle konuşmaya başlayacaktır. Nils üzerinde Robert Downey Jr.’ın olduğu bir Esquire Dergisi’ni gösterdi. Şahsen Robert benimle konuştu, heyecanlandım. Buradan yapılabilecek reklamları siz bir hayal edin.
12
. Satın aldığını ürünleri webcam vasıtasıyla bilgisayarına tanıttığında ürün seninle konuşmaya başlayacaktır. Adidas ayakkabının üzerindeki logosunu webcam’e gösterildi. Bir sürü oyunun içine girdik, garipti.
13. Lego satın almak istediğin ürünlerin barkodlarını mağazalarda okutma sistemine geçiyor. Ürünün 3 boyutlu hareketli hali karşına çıkıyor. Bu aktiviteyi uyguladığı mağazalarda satışlarını %30 arttırmış.
14. 2 saniye içerisinde arka arkaya söylediğin onlarca cümleyi aynen çeviri yapan aletler çıkacaktır.
15. Evdeki televizyonunda en yakın arkadaşınla buluşup sohbet edip, tv seyredip veya televizyon üzerinden alışverişe çıkabileceksin. Sabah kahvesi için artık uzaklara gitmene gerek yok anneanne.
16. Davetiyelerin içerisine video entegre edilebilecektir. Düğün davetiyelerin içerisine yıllar boyu yapılan kavga ve çatışma sonrası manasızca alınmış evlilik kararının eğlenceli bir videosu konulabilinir.
17. Gazete okurken gördüğün tüm görsellerin 3 boyutlu halini de görebileceksin.
18. Bilgisayarda bir şey okurken bir sözcükte kalırsan, sözcüğün eş anlamlıları ve anlamı bir anda karşına çıkacaktır.
19. Bilgisayarına araba sesi yap ve yaptığın sesi çıkaran arabalar sana gelsin.
20. Tuvaletlerde işeme hızınla doğru orantılı oynayabileceğin online araba oyunları olacaktır. Umumi tuvaletlerde yarış bile yapılabilecekir. Böylece tuvalette dergi, gazete okumaya son!

Özel hayatın maymuna çevrildiği bu dünya pek yakında yayında. 10 sene sonra İzmir’e gittiğimde annem yüzüme bakıp “Sana çok benzeyen, yaşça senden biraz daha küçük ama daha vefalı başka bir evlat buldum. Hem de bizimle İzmir’de yaşamayı kabul etti, ben de onu satın aldım” diyebilir. Ben de düşünce gücümle alt kat komşum Onur’u çağırıp hala var olacağına inandığım dayak aktivitesini kopyam üzerinde uygulamasını senelerin hatırına rica edebilirim. Evet bunu yapabilirim! Teknolojinin tokadı bana değil, sana değsin!

17 Eylül 2010 Cuma

Kumaştan Ete, Ekonomiden Modaya

Lady Gaga’nın çiğ etle kasaba yaptırmış olduğu kıyafetiyle sahalara çıkmasının ardından, modayı sorguladığımız güzide bir haftayı daha geride bıraktık. (Oralarda sokak köpeği, sokak kedisi yok. Değerini bilsin. Burada Kral TV Ödülleri için kapıdan dışarı adım atsa etleri lime lime olur, hepimizi üzerdi. Gözyaşlarımızı tutamazdık.) Esasında biz haftayı geride bıraktık ama o peşimizi bırakmadı. Maksat ekonomiye bizimde bir katkımız olsun, mağazalar gülsün diye 16 Eylül Fashion’s Night Out organizasyonu kapsamında İstinye Park’ta yerimizi aldık, yoklamamızı verdik.

Kalabalık beni şaşırttığı için öncelikle moda tutkunlarını tebrik ettim. Tatillerini yarıda bölmemek için 12 Eylül günü kendilerini kasmayıp oy vermeyen değerli dostlarımın, dün gece en ön saflarda yerlerini almış olarak görmek beni duygulandırdı…

Gece boyunca, Boyner torbası tutan bir adam ve Desa torbası tutan bir kadın dışında elinde torbası olan başka bir şahıs görmedim. Organizasyonun amacı satışları canlandırmak mıydı? Gerçekten ne kadar satış yapıldığı ve bu organizasyonun markalara etkisi bundan sonra araştıracağım konular sıralamasında 1 numara!

Ancak şunu belirtmeliyim ki İstinye Park’ın açık alandaki markalar sokağı muazzam bir parti alanına dönüşmüştü. Burası bence daha çoook başka başka organizasyonlara da ev sahipliği yapmalı!

Biz içeride dolaşırken en çok ilgimizi çeken organizasyon biri Çağdaş Eğitim Vakfı’nın kampanyasıydı.
30’dan fazla ünlünün bağışladığı kıyafetler 15 gün süresince açık arttırmayla satılıyor. Suzan Sabancı, Yalın, Tarkan, Vural Gökçaylı, Çiğdem Simavi gibi isimlerin kıyafetleri arasından almak istediğini seçip vermek istediğin miktarı yazarak kapalı zarfla kutuya atıyorsun. 15 gün sonra en yüksek para teklifini veren elbiseyi kapıyor!

Elbiselerini bağışlayan isimlerin çocuklara yazmış olduğu notlar da kıyafetlerle birlikte İstinye Park’ın en alt katında sergileniyor.Feryal Gülman ve Mehmet Okur’un yazdıklarını mutlaka oku!

Bu arada alalım verelim ekonomiye can katalım, 11 kiloluk etten kıyafet yapacağımız günler gelene kadar daha çok çocuk okumalı, zihinlerimize bunu yazalım...

15 Eylül 2010 Çarşamba

NIKA ZUPANC



Görenler görmeyenleri uyarsın. Ben Nika Zupanc ismiyle "and mag" dergisinde karşılaştım. Her 3 kişiden 1'nin kendisini tasarımcı olarak tanımladığı günümüzde gerçek tasarımcı gördün mü tut kolundan bırakma. Slovenya'nın değişik kişiliği Nika'nın yarattıkları enteresan. İzlemesi hoş, keyfi bol olsun!


Gazoz Kapağından Masalar Yapmak!



Lamba



Koltuk



Gerçek Kalbe Sahip bir Bebek!











13 Eylül 2010 Pazartesi

ARMAGGAN


Eskiden İtalyan ayakkabı, İngiliz pardösü, Alman beyaz eşya, Fransız danteli gibi önüne yabancı bir memleket ismi geldiğinde heyecanlanır, daha fazla para verilmesi gerektiğini hissederek ona sahip olmak isterdik. Artık bana geldiler.

Bir tane Türk yapımı bir malzeme girsin şu evlerimize artık kardeşim! Geçen gün Paşabahçe’de gayet sıradan bir cam ürünü için bile ithal geliyor dediler, Şişhane’de lamba bakıyoruz “Çin bizi bitirdi artık ne ustalık yapabiliyoruz ne üretim” açıklaması yapıldı. Eve taşınırken fıldır fıldır halı ararken Türkiye’de modern halı yapılmadığını çünkü kızların artık o kadar uğraşıp yeni tasarımlar öğrenmekle vakit geçirmek istemediklerini, bunun yerine evlenmek istediklerini dinledim halıcılardan. Televizyon seyrediyorum, “Artık ipek Türkiye’de yok gibi bir şey, üretim yapamıyoruz, ithal geliyor” cümlesini de duyunca ve bu listenin böyle uzayıp gideceği düşüncesi aklıma yerleşince uzun zamandır konuyla ilgili beynimde titreyen kayışım koptu. Yeminliyim her şeyin Türk malını alacağım, yoksa da kararlıyım almayacağım.

Şimdi gelelim konumuza, çantamızı takalım kolumuza, yol alalım Nişantaşı’na. Mayıs ayında açılan ama herhangi bir pazarlama aktivitesi henüz yapmayan efsaneleşecek bir mağaza var artık Nişantaşı’nda. Amerika’da yaşayan Türk İş Adamı Yalçın Ayaslı ve eşi eski Beymen Home’un 5 katlı binasına ARMAGGAN isimli bir mağaza açtı.
Ben mağazanın önünden hızla geçerken, vitrininden etkilenip tekrar geri döndüm ve içeri girdim. Durumlar enteresan. Mağazanın ana hedefi; Türk Kültürü’nü yansıtan özel ürünler satmak. Ancak buradaki her ürünün tasarımı, üretimi ve malzemesi Türkiye topraklarında can buluyor. İşte buna içilir!
En üst katta çağdaş Türk mücevherliyle başlıyor, daha sonra ev dekor ürünleri, yastık, pikeler, bornozlar, mobilyalar, tamamen doğal tekstil ürünleri, yine Türk sanatçılarının elinden çıkma heykeller, reçeller ve daha bizimle ilgili aklınıza gelebilecek her şeyin modern dünyada rahatça kullanılabilecek halleri burada. Müze olarak da gezilmek üzere bence kapıda bilet kesilebilir.
Tüm tasarımları kendi bünyelerinde bulunan tasarımcılara yaptırmalarının yanında, dokuma yapılacak ve benzeri tüm ürünleri Doğu ve Güneydoğu’da istihdam sağlamak amacıyla yörenin en çok yardıma ihtiyacı olan bayanları seçilerek işçiliği onlara yaptırılıyormuş. Buna da içilir! En azından birilerinin bunun için kafa patlatması bünyemi rahatlattı. Aldığın her ürünün kimlerin hayatına dokunduğunu düşününce yüzde asil bir tebessümle zarifçe gülümsüyorsun.
Yalçın Bey, ABD’de dahi Türk olarak tanınırmış. Ben onu koca yürekli olarak kodladım beynime…

Giderseniz en azından Nar markalı çilek reçelinden alın. Ben böyle bir tat görmedim!

www.armaggan.com

12 Eylül 2010 Pazar

Futbol Yavşaklığı, Basket Aşkı

Arabesk yavşaklığından değil, futbol yavşaklığından utanıyorum! Spor denince futboldan başka bir şey zihnimizde canlanamaz hale gelmiş, tüm spor kanallarımız ve gazetelerimiz ezici üstünlükle futboldan bahsediyordu!

Harcanan paralar ve sürekli dertleriyle gündemimizde olan futbol; ailede hep beklenen ve 10 sene sonra dünyaya gelen erkek çocuk gibi şımartılıyordu. En iyi oynadığı iddia edilen futbol takımlarının disiplinsiz, hırstan yoksun, umursamaz ve dolayısıyla sıkıcı maçlarını 10 dakika bile izlemek insanı isyan ettiriyordu ki, ailenin sevilen ama çok da ilgilenilmeyen çocuğu kıvamındaki basket imdadımıza yetişti.
2 haftadır fena halde basketçiyiz. Çok uzun süredir yoksun kaldığımız heyecan tekrar sistemimizi harekete geçirdi. 12 dev adam sayesinde yine karmakarışık duygular hissetmeye, ülke olarak başarıya ve sevinmeye ne kadar muhtaç olduğumuzu hatırladık.

Gerekli eğitim, özen gösterildiğinde her konuda her çeşit insanı sulu götürüp susuz getiririz. Hiç beklenmedik anlarda sağ gösterip sol vururuz. 4 saniyede adamı bitiririz. 12 dev adam bir de bunu hiç alışık olmadığımız bir tavırda; son ana kadar savaşarak, şımarmadan, sistemli, ağırbaşlı bir şekilde yaptı… Herkese ders olsun heyttttt!

3 sene önce Mehmet Okur’la bir reklam filminde beraber çalışmıştık. “Ünlüler ve Çektirdikleri” adlı bir kitap olsa yazacak pek çok anekdotum olduğu için bir NBA oyuncusundan her türlü zulmü bekliyordum. Ama bana küçük dilimi yutturtmuştu. Disiplinine, alçaktan uçurduğu gönlüne, setteki herkesle yaptığı hoş sohbetine ve güler yüzüne ekip olarak hayran kalmıştık. 12 Dev Adam da böyle başarı kazandıkça egosu yok olan oyunculardan oluşuyor.

Bu sebeple, izlemesi çok heyecan verici ve eğlenceli, ruhlu bir takım olmayı başardılar!
Bu tavırla an itibariyle Dünya 2.’si olduk, darısı yukarıda anlattığım özelliklerle yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan futbolun başına!
12 Dev Adam içimizde yeni bir aşk yarattınız!
T-E-Ş-E-K-K-Ü-R-L-E-R!
fotoğraflar: hurriyet.com.tr, 12devadam.com

7 Eylül 2010 Salı

Bono Tarihinde Hiç Sahnede Yuhalanmış mıdır?

Bono bundan 10 sene sonra bir kitap yazmaya kalkışsa, sahnede en kilitlendiği an olarak 06 Eylül 2010’u verebilir. Bilmiyorum her konserinde kendisini gezdiren insanlara teşekkür ediyor mu ama, Egemen Bağış’a teşekkürün ardından bitmek bilmeyen bir yuhalanmayla karşılaşmasının ardından, böyle bir adeti varsa, vazgeçebilir.

U2’nun Türkiye’de olma durumu ve hissettirdikleri bizler için bir ilkti. Ancak yuhalanma sebebiyle konuşmasına devam edemeyerek, “Tamam dostlar sakin olun, bir daha siyasi bir isim ağzıma almayacağım ” demek zorunda kalması da bence onun tarihinde bir ilkti.
Birçok kişinin kendisini artık Hazine Bonu’su olarak kabullendiği bu günlerde, siyasilere yakın hallerinden rahatsız olan sadece dış dünyada değil iç dünyada da pek çok insan olduğu dün gözlerle görüldü, kulaklarla duyuldu.
Ben açılışı Beautiful Day ile yapıp beni kırmadığı için sadece kendisine müteşekkirim. Sağ olsun, var olsun, Allah bugünümüzü aratmasın.

Müzik ve görsel dünyayla işi gücü olan herkesin kare kare fotoğraflaması gereken bir konserdi. Planlama, program, teknik alt yapı, görsel güç büyüleyiciydi. Bono’nun playback mi yapıyor acaba dedirten müzik CD’sinden birebir kopya sesi etkileyici, enerjisi dudak uçuklatıcıydı. Sevgilisinin, karısının, kocasının zoruyla gelen ahalinin iyi ki beni kandırmışsın da gelmişiz açıklamaları havalarda uçuşuyordu.

Bir ara cips kola özel almaya giderken, güvenlik görevlilerinden biri gelip istiyorsanız sizi sahnenin en önüne 50 papele sokarım dedi. Ben tabi ki atladım. Ancak ekibimizin aklıselim insanları "yok canım ne gerek var, sağ olun" dedi. Adam keyfiniz bilir diyerek arkasını dönüp gitti, ama ben adamın peşinden koşarak sırtına atlayıp durdurmak, bizimkilere de “iyice düşünün bak, olmadı geri döneriz” demek istedim. Olmadı olduramadım. Herkes yerinden memnundu. Ancak belki de Bono’nun elinden tutarak sahneye çıkardığı, kucağına yatıp şarkı söylediği ve sahnede dans ettiği kız ben olabilirdim! Hayat bana bir kere daha tokadı basmıştı.

Zülfü Livaneli’nin Bono’yla düeti, “Yiğidim Aslanım”ı söylemesi, One şarkısına giriş ve 360 derecelik sahne gözlerimi kapadıkça aklıma geliyor… Beni birçok kere hayallere daldıran, ve çıkartmayan Bono’nun “Beatles’ın en sevmediğim şarkısı İmagine’dır, çünkü boş hayallerden hiç hoşlanmam” açıklamasını hatırlamamla silkeleniyorum, yazımı yazmaya başlıyorum…

6 Eylül 2010 Pazartesi

U2'lu Yıldönümü

Prosedürler, profesyonel abartı ustaları, eğlence yoksunu eğlenceler uzak durmaya çalıştığımız 3 temel öğe olduğu için geçen yaz Türkiye’yi pas geçip Roma’da evlendik. Bu aktivitenin üzerinden 1 yıl geçtiğine inanmakta zorlanmakla birlikte, 1 rakamının yanına en az iki sıfır daha koyarak “ Dünya’nın en uzun evli kalan çifti” unvanını almanın da hedeflerim arasında olduğunu belirtmeliyim.
Geçen sene 6 Eylül 2009’da bizimle gelmeyi başaran yakın dost akrabayla dillere destan, gözlere film, dudaklara gülücük, çocuklara hikâye, büyüklere rüya tadında bir gün geçirdik. Detayları es geçelim, mühim olan genel resim, kanımızın son damlasına kadar eğlendik.

Bu sene de “eğlence daim olsun ama nasıl” sorunu ortaklıkta uçuşuyordu. Ayrıca 6 Eylül 2010 tarihi yaklaştıkça düğüne katılımda bulunanlardan davet edildikleri takdirde 6 Eylül’de bizimle olmak istediklerine dair şüpheli telefonlar aldık. Bir kere güzel bir gün geçirttik diye artık hep bizimle mi olacaklardı? Kaç yıl daha bu böyle devam edecekti? İstanbul- İzmir gece hayatından sıkılan herkes bizden yerli yersiz zamanlarda bir organizasyon düzenlememizi istemeye devam edecekler miydi? Biz insan değil miydik?

Tüm şüpheli şahıslara ancak 5 veya 10 sene sonra tekrar o grubu bir araya getirerek yeni bir organizasyon yapabileceğimizi, bizden ümidi kesmelerini vasiyet ettik.

365 günden çok daha uzun geçtiğini düşündüğüm birçok sene yaşamış biri olarak, bu senemin jet hızıyla geçtiğini itiraf ediyorum. Evlilik müessesi, devlet dairesi gibi sıkıntılı-ağır-çözümsüz gibi gözükse de ben kendisini fazlasıyla sempatik bulduğumu itiraf ediyorum. Bunun için nasıl teşekkür edeceğimi bilemediğimi itiraf ediyorum. Allah’tan Bono burada. Hislerim fena halde yoğun. Belki de sadece onun şarkılarıyla kendimi net anlatılabilirim...

Çal U2. Beautiful Day & Sometimes you can’t make it on your own H.B için geliyor....

2 Eylül 2010 Perşembe

Galata Yükseltti Sesini!

Galata'ya her girişimde kafamı duvardan duvara çarpma isteği duyuyorum. Göz göre göre değer kazanmasını seyrettiğimiz bu hoş semt değişmeyen tek şey değişim anlayışına uygun olarak varlığını İstanbul halkına armağan ediyor... Haziran ayında hayata geçen 2 yeni proje daha işte burada!

Lilipud Boutique

Sanat Yönetmeni olarak tanıdığımız Nilüfer Giritlioğlu özgürlüğün simgesi, yaşanılanların paylaşımı olsun hedefiyle Galata’da Lilipud’u açtı.

Belli bir dizi veya filmin yapısına bağlı kalmadan en özgün tasarımlarını burada herkesle buluşturma imkânı sağladı. Sadece kendisinin değil, farklı sanat dallarıyla uğraşan arkadaşlarının da “canlarının istediğini” yapmalarına fırsat veren butik Galata Serdar-ı Ekrem Caddesi’nin yenilerinden.




Bir heykeltıraştan etek, ressamdan kemer alma fırsatını bulabileceğin mağazanın en özel ürünlerinden birisi de Asi dizisi çekilirken Antakya’da keşfedilen bir dokumacıya yaptırılan Triko elbiseler. Uğramalısın, seveceksin!

Güneş Dericioğlu

Deri kullanarak yapmış olduğu ayakkabı, çanta ve diğer aksesuarlarıyla seni farklı diyarlara götüren Güneş Dericioğlu, “Lastik Pabuç” ile ortaklaşa bir proje gerçekleştiriyor. Galata Camekan Sokak’ta bulunan Lastik Pabuç’un alt katına açılan yeni mağaza 6 ay boyunca Güneş Dericioğlu’nun tasarımlarına ev sahipliği yapacak.


İstanbul siluetli, rengârenk, askısız, eğlenceli çantalar ve sandaletler, deri kullanmadan yaptığı tek çalışma olan plaj çantaları da görücüye çıktı, görmelisin!


Güneş Dericioğlu-Lastik Pabuç Adres: Bereketzade Mahallesi, Camekan Sokak No.4H Kuledibi –Galata / İstanbul

İstanbul'u Anlat Bana!

Lale, kubbe, lokum, Boğaziçi, İstanbul’un geceleri, Galata Köprüsü, Topkapı, Dolmabahçe İstanbul’un hem anlatılıp hem de yaşananları. Bu objeler ve mekânların belki aralarından bazıları belki de hepsi senin İstanbul’unu anlatıyor. Dice Kayek’in zihninde ise bu kelimeler hatıralarıyla harmanlanıp giysilere dönüşüyor.


Dice Kayek’in İstanbul Modern’de geçtiğimiz hafta açılan “İstanbul Contrast” sergisi binanın alt katında LogForest adında ayrı bir eserin içinde sergileniyor. Yerebatan Sarnıcı’ndan esinlenerek Arik Levy tarafından İstanbul’un bir metaforu olarak hazırlanan LogForest’ın içinde zaman kavramını yitirebilirsin.

Kolonlar arasında saklı, İstanbul’daki farklılıkların uyumunu anlatan giysiler arasında gezerken kendini bir yandan yer altında bir mağarada, bir yandan da hoparlörlerden gelen su sesiyle denizaltında zannediyorsun.


Zaman ve mekân kavramını yitirdiğin anda ise Dice Kayek’in giysileriyle bütünleşip eşsiz bir seyre dalıyorsun. 26 parçadan oluşan sergi
19 Eylül’e kadar İstanbul Modern’de, kaçıranın aklı yok derim!

İstanbul Modern
Tel: 0 212 334 73 00
Adres: Meclis-i Mebusan Cad. Liman İşletmeleriSahası Antrepo No:4 Karaköy - İSTANBUL

(Miaposta'da yayınlanan yazımdan alıntıdır.)