25 Haziran 2012 Pazartesi

İstanbul'u Terk Edinizz!




İstanbul’da insan o kadar çok öküzle karşılaşıyor ki bir noktadan sonra kendisi de ister istemez bu sıfata layık olmaya çalışıyor. Tabi durumun vahametini ancak ortamdan uzaklaşınca anlayabiliyorsun.

Bir haftadır Çeşme’deyim, yemin billah insanlığımı geri kazandım. Daha İzmir’e ayak bastığım an alakasız bir yere arabayı park etmeye çalışırken gördüğüm ilgi sonrası bunun böyle olacağını hissetmiştim esasında.

Marketteki amcaya ‘Kusura bakmayın iki dakikalığına dükkanınızın önüne park edebilir miyim?’ diye sordum, ‘Tabi ne demek’ diyerek ben rahat park edeyim diye dükkanın önündeki gazetelik, su, dondurma dolabı gibi objeleri sağa sola ittirerek bana istem dışı bir alan açtı. Bense ‘ beni herhalde birine benzetti, neyse  o olmadığımı çakozlamadan işimi bitirip, kaçayım’ diye içimden geçirdim.

Çeşme’ye geldiğimde Ege’ye yoğurt yapmak için sokağın başındaki manava ‘İneği olan tanıdığınız var mı ya, bana sağılmış süt lazım’ dedim. Konunun bebekle ilgili olduğunu anlayan manav; ‘Hemen’ dedi. Daha üstünden iki saat geçmeden kapıda inek sütüyle beliren çiftçiye ‘ Borcum ne kadar’ diye sordum eliyle ‘Hadi oradan ne parası’ manasında yaptığı hareket sonrası ‘Ne zaman istersen ara’ diyerek telefon numarasını bıraktı.

Yıldızburnu'nda yürürken eskiden gittiğim bir mekanın şefiyle karşılaştım, hem yorulmuş hem de sıcaktan bunalmış olduğum için üç kişilik ekibimizle beraber biraz oturalım dedik.  Yediğimizden içtiğimizden para almayarak, bize ‘Hoşgeldiniz’ dedi.

D-smart bayisine Digitürk bayisinin yerini sormak gibi bir kendini bilmezlik yaptım. Kendi elleriyle çizdiği krokinin altına adres ve ilgili kişi telefon numarası yazmayı ihmal etmedi. 

En son dün, en merkezi alanda ‘ÜCRETSİZ OTOPARK’ başlığı görünce geçen hafta çözümsel yaklaşımıyla herkesi kendisine hayran bırakan Karayolları Genel Müdürü’ne hak verdim... ‘İstanbul’u terk ediniz.’

21 Haziran 2012 Perşembe

Aklıma Takılan Takılar



Doğumdan sonra kim 'emzirerek kilo verdim' diyorsa gönülden tebrik etmek isterim. Normal şartlarda zaten midem büyümüş, çılgınca bir yeme hissiyle baş başbaşa kalmışım, bir de üstüne emzirdikten sonra düşen kan şekeri ve yükselen açlıkla gözüm dönüyor. 'Bu tip durumlarda lütfen sadece 1 adet muz ye' diyen diyetisyenime de 'yesinler seni' demekten adeta kendimi alamıyorum.

Aç insan her şeyi yapar, ne görürse yer, emzikli kadın yemelidir, kaliteli süt üretmelidir. Bu duygular eşliğinde buz dolabını açıp gönlümce istediğim yemekleri seçerken, giysi dolabımı açtığımda ise tam anlamıyla bir hezeyana uğruyorum. Açıkçası giyinmek istemiyorum. Aylardır bir adet uzun siyah etek ve tişörtle hayatımı geçirirken, en sevdiğim mağazaların önünden boynum bükük ilerliyorum. Yazlık, kışlık bile yapmama gerek kalmadan 'hepsini attık' diyebilirim. 

Giysiler beni hayal kırıklığına uğratıp zor zamanımda yanımda olmamayı seçerlerken, ben de ilgimi takılara yönlendirdim. Yıllardır aksesuarlarla yaşadığım aşk, son zamanlarda tavan yaptı. 

İlgi alakamı bundan sonra hiç esirgememeye karar verdiğim yeni bir isim keşfettim... Alman tasarımcı Denise J. Reytan. Plastik, silikon, yarı değerli, değerli taşların bir araya geldiği enfes tasarımların biricik sahibi. Çarpıldım.








www.reytan.de