27 Aralık 2013 Cuma

Joan Miro'ya bile rahat vermiyoruz!



Merhaba merhaba merhaba,

2013’e kısa ama öz bir veda çekip, 2014’ü kucaklamak istiyorum ama ne mümkün! Sanatla, aşkla, sevgiyle ilgili bir şeyler yazıyım istiyorum ama aklım fikrim rüşvette skandalda yalanda dolanda...

Şimdi siyasete girip ruhumuzu daraltmayalım ama size en az oralardaki kadar kımıl kımıl farklı bir dolandırıcılık ihtimali sunayım. Böylece hem gündemden kopmamış olur, hem de sahtekarlığın farklı dallarını değerlendirmiş oluruz.

Taraflardan biri merkezi Barcelona’da olan Miro Vakfı diğeri ise ARETE Sanat Galerisi.  Miro İstanbul’da sergisi 20 Kasım’da ziyaretçilerine kapıları açtı, 19 Ocak’a kadar da devam etmesi planlanıyordu. Ancak 18 Aralık’ta Miro Vakfı’ndan serginin vuku bulduğu Mimar Sinan Üniversitesi rektörlüğüne bir mail geldi. Mailde sergide yer alan eserlerin usulsüz olarak gösterildiği ve yarısından fazlasının da sahte olduğu yazıyordu. Miro Vakfı acilen bu serginin kapatılmasını istiyordu... Ve elbette sergi hemen ertesi gün ziyarete kapatıldı.

Arete Sanat Galerisi yetkilileri de bu eserlerin orjinallik belgelerinin sunulduğunu, Miro Vakfı’ndan hangi eserlerin sahte olduğunu düşündüklerine dair rapor beklediklerini söylüyorlar... Ancak benim anladığım ortada bir telif sıkıntısı var... Miro Vakfı muhtemelen dünya çapında yapılan sergilerden belli bir telif ücreti istiyor, Arete Sanat Galerisi de buna yanaşmıyor. Tabi buna yanaşmamak bir hak mı yoksa hukuksuzluk mu bilmiyoruz. Dolayısıyla gelişmeleri heyecanla bekliyoruz.

Hukuğun çok doğru işlediği bir yerde yaşadığımızı zaten yıllardır gizli gizli, kaç gündür de apaçık görüyoruz. Dolayısıyla bizde telif hakkıymış, insan hakkıymış, tutuklu hakkıymış gibi kavramlar tamamen göreceli ve değişken olduğu için böylesine kıymetli bir sanatçının vakfıyla sıkıntılar yaşamamız da gayet doğal... ‘Biz hallederizzz’ ‘Biz bilirizzz’ ' Ne alakasıı var yaaa' kafasından bir çıksak çok işler yapacağız ama ahh bir çıkabilsek...  

12 Aralık 2013 Perşembe

Aşk ve Ölüm



Farklı sanat dallarının birbirine hizmet, yardım ve yataklık etmesi çok şahane sonuçlar doğurur. Dünya tarihi şiirden esinlenerek yapılan şarkılara, müzik dinlerken coşan ressamlara, edebiyattan esinlenerek çekilen nefis filmlere ve daha nice olumlu etkileşimlere tanıklık etmiştir.

Bakınız misal kült film Eyes Wide Shut (Stanley Kubrick) Arthur Schnitzler’ın Rüya Roman (Traumnovelle) adlı romanından esinlenerek yapılmış etkileyici bir filmdir. Aferin çok sevindim de bize ne derseniz ilgimi çeken 1865-1931 yılları arasında yaşayan yazar Arthur Schnitzler’ın eserlerinin sadece Kubrick’e değil bir çok yönetmen ve yapımcıya da ilham kaynağı olmasıdır. Bu durumdan etkilendim çünkü yıllar boyunca bu kadar farklı insana hitab edebilemek, tiyatro oyunlarına, filmlere ilham olmak hiç kolay değil bilirsiniz... Schnitzler’in eserlerindeki karakterlerin çoğu ilgi çekici... Sınırlarda yaşayan, topluma ayak uyduramayan, uydurmak istemeyen zaman zaman ise oldukça sıradan görünen karakterler çıkarıyor karşımıza... Hayatın değişkenliğini bire bir yansıtan karakterleri Freud’un da fazlasıyla dikkatini çekmiş. Hatta Freud’un Schnitzler’e ‘Benim onlarca insan üzerinde araştırma yaparak edindiğim bilgilere siz sadece sezgileriniz ve gözlemlerinizle ulaşabiliyorsunuz...’ dediği kayıtlara geçmiş... Bir ustadan diğer bir ustaya yapılan bu hoş bildirim aklımızdayken esas konumuza gelelim..

Schnitzler’ın kütüphanemde yerini alan Ölmek ( Sterben) adlı romanını okurken az biraz gerildim! Kitap Viyana’da yaşayan genç bir çiftin başına gelen trajediyi anlatıyor. Roman Marie’ye aşık olan Felix’in bir yıl içerisinde öleceğini öğrenmesiyle başlıyor. Bu haberi duyunca yıkılan ve sevgilisi yerine kendisinin ölmek istediğini söyleyen Marie’yi sakinleştirmek hasta olan Felix’e kalıyor. Çift birbirlerine o kadar aşıklar ki Marie her şeyi bir kenara bırakarak kendini Felix’e adıyor... Felix uzun bir süre hastalığı ve ölme ihtimaliyle dalga geçiyor. Ancak iş ciddiye bindikçe birbirini her an karşılıklı hoş tutmaya çalışan çiftin ruh halleri oldukça değişkenlik göstermeye başlıyor... Uzun süre başbaşa kalan çiftin ilişkilerinde aşk nefrete, ümit korkuya, saygı alaycılığa, sevgi bıkkınlığa, birliktelik yalnızlığa dönüşüyor ve beklenmedik bir sonla tokadı patlatıyor...

Kitabın sayfaları su gibi akarken yer yer nefes almakta zorlanan vücudum tamamen aynı duyguları daha önce de hissettiğini hatırlıyor... Zihnim geçmişi zorluyor ve karşımda Haneke’nin Amour’u(Aşk) duruyor. Ve şu soru içimi yiyip bitiriyor...  Haneke Aşk’ı yazmadan önce kendisi gibi Avusturyalı olan Schnizler’in Ölüm’ünü okudu mu okumadı mı? Soruyorum; okudu mu?  

artwork: Moran Victoria Sabbag

10 Aralık 2013 Salı

Tanıştırıyorum: George Bellows!




Amerikan kültürünün önemli figürlerinden biri olan ressam Bellows’u geç buldum. Eserleri bir arkadaşım tarafından bana gösterilinceye dek kendisinden haberdar değildim. Bellows’u ben sevdim siz de sevin diye bilmeyene  tanıştırmayı borç bilirim.


Modern sanata geçiş döneminin en büyük temsilcilerinden olan Bellows, çok şükür ki ölmeden önce kıymeti bilinen sanatçılardan. Henüz 27 yaşındayken Ulusal Akademi’ye seçilerek kurumun en genç üyesi olmuştur. Ohio’dan New York’a ilk taşındığında New York’un yaşayan gerçeği resimlerine konu olmuştur. Hareketli sahneleri resmetmesiyle ünlü olan sanatçı kendisi de bir sporcudur. Bu yüzden ilk dönemlerde boks maçı sahneleri, ilerleyen dönemlerde polo, tenis maçlarını resmetmiştir. Maine’den manzaralar, 1. Dünya Savaşı, portreleri de oldukça ses getirmiştir.




1925 ylında, 42 yaşında vücudundaki bir iltihaplanmadan dolayı ansızın ölen Bellows’un yaşayan resimlerinden etkilenmemek elde değil. Bakın, hissedin ve anlayın... 











27 Kasım 2013 Çarşamba

KUTSAL İNEK


Özgürlük ve sınırlarla derdi olan ama bir yandan da çocuk sahibi olmak isteyen benim gibi kafası karışıklar için yazdım... Hamileyken aldığım notlarla ortaya çıkan Kutsal İnek'in sizi güldürüp kahkahalara boğmasını temenni ediyorum... Kitapçılarınızdan şiddetle isteyiniz:)

Sevgiler

Ceylan.

11 Kasım 2013 Pazartesi

BAŞKA bir SİNEMA mı dediniz?




'Anlamıyorum yahu bomboş salonlarda gün boyu aynı filmler neden dönüyor? Halbuki piyasada bin tane yer bulmaya çalışan film var arkadaş?’ diye söylendiğimde işin raconunu çok iyi bilen bir gavat ay pardon! kavas, matematik ve istatiğe dayalı bir açıklamada bulunmuştu. Söyledikleri kendi içinde tutarlı, benim içimde ruhsuzluktan ibaretti. Kısaca sistem böyle gelmiş böyle gidecekti, daha farklısı lüzumsuz para kaybı olurdu, bize öylesine boş görünen salonlar esasında o kadar da boş değildiler...

Bağımsız filmlerin peşinden koşan bizim gibiler ise festivallerde filmlere yer bulmak için birbirimizin üstünü başını parçalayacak duruma geldik en nihayetinde. Bir yandan işe giderken bir yandan filme yetiştim yetişemedim, salona girdim giremedim derdi... Bir taraftan favori filmin saatine toplantı koyan müdüre sevgilerini gönderme hali derken festivallerde kendi dram filmimizi çekiyoruz adeta...

İşte tüm bu hislere, yaşanmışlıklara bir son! Festivallerde film kaçırsan da ağlamaya, üzülmeye gerek yok artık. BAŞKA SİNEMA en çok izlenen, merak uyandıran, hakkında konuşulan filmleri Beyoğlu- Beyoğlu, Altunizade Capitol Spectrum, Kadıköy Rexx ve Ankara Büyülü Fener Kızılay’da sinema severlere sunuyor. 

Mesela Cannes’da büyük ödülü kazanan Mavi En Sıcak Renktir, Onur Ünlü’nün ticari gösterime girmeyen filmi Sen Aydınlatırsın Geceyi, 2013’te eleştirmenlerin en beğendiği film Frances Ha, Oscar ödüllü yönetmen Neil Jordon’ın Bir Vampir Hikayesi ve daha niceleri Başka Sinema’da!.

Sinema, seans ve tüm diğer bilgiler için link’i tıklayın! 

29 Ekim 2013 Salı

Beş Yaşındaki Çocuk Bile Yapar!



Efendim sıkma ve ahkam kesme konusunda en ufak bir sıkıntı yaşamayan yüce gönüllü insanlarız. En değerli sanat eserlerinin karşısında durup ‘Çok saçma!’ deyip sıramızı savabiliyoruz. Sanat görecelidir, neyi nasıl seveceğini elbetteki sen bilirsin. Ancak ‘Bunlara bu kadar kıymet veriliyor acaba neden?’ deyiver, bir araştır, bir taşın, bir düşün.

Bundan bir kaç ay önce aklı başı yerinde, fikirlerine kıymet verdiğim bir kaç kişiyle sinema, sanat, filmler üzerine konuşurken laf döndü dolaştı Picasso’ya geldi. Adını vermemem kendisi için çok hayırlı olacak arkadaşım dedi ki ‘Picasso’yu da adam yerine koyup bu kadar yücelttiler ya bu sanat dünyası sırf manipülasyon. Bundan yıllar önce güzel sanatlar fakültesinde okurken ne ressamların eserlerini inceliyorduk resmen dahi adamlarla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorduk. Ne zaman ki Picasso’nun dönemine geldik o zaman dedim bu adam yetenekliyse ben de adam değilim. 5 yaşındaki çocuk yapar bunları hissi yarattı adam ben de direk... Neden böyle bir adama saygı duyayım ki?’

Ben şimdi çok severim hakikaten çoğunluğa baş kaldırabilecek cesareti olup kendi inandıklarını söyleyebilen insanlara ama yeter ki cahil olmasınlar değil mi?! Biraz okusunlar, biraz öğrensinler... Biraz resmi yapan kişiyi, dönemini ve savunduğu fikirleri irdelesinler ondan sonra beğenmiyorsan elbette beğenmezsin! Göz senin, fikir senin...

Bu tip arkadaşlar ve bu tip arkadaşlar boş boş konuştuğunda onların çenesini kapatmak isteyenler için nefis bir kitap önerim var... Kitabın adı; ‘ Beş Yaşındaki Çocuk Bunu Neden Yapamaz?’ Susie Hodge tarafından yazılan açıklamalı modern sanat kitabı bir el feneri ışığı tadında.

Sanatçıları, onların yaşadıkları dönemleri,  motivasyonlarını ve bu eserlerin neden kıymetli olduğunu 5 yaşındaki çocukların bile kolaylıkla anlayabileceği şekilde anlatmış yazar.

Bu sırada yukarıdaki açıklamaları yapan arkadaşımın bu açıklamaları yaptıktan tam 10 dakika sonra masanın üzerinde duran ve çeşitli ressamların eserlerini içeren minik kitabı alıp kısaca göz gezdirip sonra ‘Al işte bak mesela sanat işte budur bakar mısınız?’ diye hayran kalarak gösterdiği eserin de Picasso’ya ait olduğunu söylemeliyim.

Cahillik demişken kitabın yazarı sanatçı ve sanat yazarı Sayın Hodge’ye buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim... Okuyalım, öğrenelim, orada burada rezil olmayalım. Sağ olun hanımefendi.


resim: Rene Magritte

8 Ekim 2013 Salı

Ölüm? Borç? Boşanma?


Ufacık tefekcik parçalar alıp ortamı koklamak, milyonluk tablolar için savaşanları izlemek için müzayedelere gitmeye bayılırım. Yalnız ilk başlarda  katıldığım müzayedelerde de hayal kırıklığına uğradığımı itiraf edeyim... Nerede o filmlerde gördüğümüz şık kadın ve erkekler nerede zariflikten kırılan insanlar?... Sorarım neredeler? Çoğunluğu kot pantolon, kareli gömlek ve ellerinde birer telefonla esas alıcıyla bağlantı kuran muhabecilerden oluşan insan kümeleri hayallerimi yerle bir etmişti.

Yine de zevkliydi, keyifliydi... Yıllar içerisinde de bir alışkanlık oldu müzayedelere damlamak benim için. Sadece sona saklanan en değerli parçanın kaç milyon liradan alıcı bulacağının an ve an yaşamak için bile gidilmeli bence müzayedelere.

Pazar günü de benzer bir heyecan yaşandı Esma Sultan Yalısı'nda. Alif Art Antikacılık'ın müzayedesinde son halife Abdülmecid Efendi'nin 'Avluda Kadınlar' adlı tablosu 1 Milyon 600 bin liraya alıcı buldu. 50 yıldır aynı aileye ait olan Avluda Kadınlar tablosu neden ve kimler tarafında satışa çıkarıldı bilemiyoruz. Kimin aldığı da kimin sattığı da gizli...

Sarah Thornton adlı sanat tarihçisi ve sosyolog tarafından yazılan 'Sanat Dünyasında Yedi Gün' adlı bir kitap okuyorum şu sıralar... Sanata en çok para harcanan yedi şehirde yapılan müzayedelere katılan ve orada dönen dolapları, sanata piyasasına yapılan yatırımların neden arttığını, hangi ailelerin bu piyasayı döndürdüğünü, hangi sanatçının nasıl popüler hale geldiğini anlatan nefis bir kitap.

Bir çok gizli bilgiyi deşifre eden Thornton kitabında koleksiyonerler için satmanın gelenksel olarak üç nedeni olduğunu söylüyor: Ölüm, borç ve boşanma. Avluda Kadınlar'ın hangi aile tarafından hangi sebepten satıldığını bilemiyor yalnızca şehir efsaneleri üretebiliyoruz. 50 yıldır aynı aileye ait olan bir tablonun o aileden çıkış nedeni sanat çevrelerinde( ne demekse bu?!) büyük bir merak uyandırırken, çenemizi yormaktan ileri gidemiyoruz...Ve o güçlü soru kulaklarımızda çınlıyor Ölüm mü? Borç mu? Boşanma mı?


25 Eylül 2013 Çarşamba

FİLMEKİMİ





Yapraklar dökülmeye, sırtlar ürpermeye, bakışlar hüzünlenmeye başladıysa ekim kapıyı çalıyordur. Koskoca görünümlü kısacık bir yazı geride bırakırken sonbaharı ümitle bekleme sebebimiz filmekimi şehre gelmiştir, duyurulur. 28 Eylül- 6 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek olan film haftasının bilet satışları 21 Eylül’de başlıyor! ( Lale kartı olanlara çoktan başladı bile!)

Mia posta için hazırlamış olduğum 'kaçırılmayacak 10 film listesi' aşağıdadır! 


Sen Şarkı Söyle
Coen kardeşler desem yeterli mi? Yetmediyse 2013 Cannes Büyük Ödülü desem... Zeka, komedi, melankoli ve dramın içi içe geçtiği yepyeni bir pırıltıyla karşı karşıyayız!

Geçmiş
Ayrılık filmiyle dünyadaki tüm festival severleri aynı noktada buluşturmayı başaran Asghar Farhadi’nin yeni filmi. Ayrılık’ın devamı niteliğindeki filmin 2013 Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü evine götürdüğünü söylemeliyim.

Mavi En Sıcak Renktir
2013 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi kucaklayan film olarak listemin üst kısımlarında yerini almayı başardı. Genç iki kız üzerinden aşk ve yaşamı sorgulayan film ya izlenecek ya izlenecek!

Başka Söze Gerek Yok
Film Amerikan bağımsız sinemasının iyi örneklerinden biri olarak tarihe adını yazdırdı. Bu yaz kaybettiğimiz Sopranos’un ünlü oyuncusu James Gondolfi ve Seinfield’in tatlı kızı Julia Louis Dreyfus’un başrolleri paylaştığı komediyi heyecanla bekliyorum.

Sen Aydınlatırsın Geceyi
Sinema haftasının tek Türk filmi. Fantastik olay örgüleriyle karşımıza çıkıp bizi şaşırtmayı seven Onur Ünlü’den Anadolu’daki bir kasabada üstün güçleri olan insanların günlük sıkıntılarını anlatan enteresan bir film daha geliyor.

Charlie Countryman’nin Gerekli Ölümü
Annesinin ölümünden sonra Amerika’dan Avrupa’ya giderek kendi gelmeye çalışan Charlie’nin tamamen kaybolmasının hikayesidir. Aşık olduğu kadının belalı kocası, Charlie’nin sonu mu başlangıcı mı olacaktır?

Balayı
Karlovy Vary Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan film, mutlu görünen bir çiftin düğününe gelen davetsiz misafirin ortalığı karıştırmasını anlatıyor. Sevgi, aşk, aile gibi konuları sorgularken kah gülüyor, kah düşünüyoruz.

Gloria
Berlin Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan film 58 yaşına geldiğinde elini ayağını hayattan çekmesi beklenen bir kadının direnişini anlatıyor!
















Son Şans
Kült bilimkurgu romanı Gelecekbilim Kongresi’nin uyarlamasıdır. Hayranı olduğumuz Robin Wright’ı kendisi olarak izlediğimiz film merak uyandırıyor. Sinemasal benliğinin haklarını yüksek bir meblağ karşılığında stüdyoya satan Robin Wright’ın hikayesini izliyeceğiz.

Sadece Aşıklar Hayatta Kalır 
Vampirleri sadece ortaokul-lise öğrencileri değil hepimiz seviyoruz kabul edelim! Hele de Jim Jarmusch’un yarattığı sofistike, elegant, zeki, romantik, güncel bir vampir çiftin maceralı hayatını  kim kaçırmak ister? 

17 Eylül 2013 Salı

ART INTERNATIONAL - 2



Sanatı sanat için, aşk için, korkularıyla yüzleşmek için, tedirginlikten arınmak için, zekasını kanıtlamak için, halk için, eş dost için, para kazanmak için, biriktirdiklerini paylaşmak ve daha nice sebep için yapanlar var. Yaptıkları sanatın insanlara ulaşıp ulaşmadığını önemseyen sanatçıları ciddiye alıyorum.

Sanat yapmıyorum, yapılmışını kullanıyorum... Ben sanatın içinde mizahı, zekayı, samimiyeti barındıranını seviyorum. İçime dokunanı, ben de heyecan uyandıranını yanıma alıp götürmek istiyorum. Baktığım şeyler bana umut versin, ümit versin, aklımı vizyonumu açsın istiyorum.

Tüm bunları yepyeni fuarımız Art International’da Zeren Göktan’ın ‘Aboveground’ (CDA Projects) videosunu izlerken düşündüm açıkçası. Genelde sanat fuarlarında veya sergilerdeki videolara şöyle bir bakılır ve geçilir. Ne anlattığını anlamanız için kılavuza ihtiyacınız olur. Aboveground’da kuşçuluk yapan erkeklerle ‘kuşçuluk ve hayat’ üzerine sokak röportajları yapılmış. İlk başta ‘bu ne?’ diye izlemeye başlıyorsun sonra izlemekten kendini alamıyorsun... Samimiyet, komedi, sıkıntı, efkar hepsi bu videoda... Sosyoloji tartışması desen var, psikoloji desen var... Kuşçular anlatıyor... ‘ Eroin gibi bir şey kuşları sevmek... Büyük tutku, büyük aşk, hastalık... Millet bizi salak bulabilir olsun, biz aşığız... Hepimizin evliliğinde sıkıntı var. Karım bana kızıyor, o kuşa öyle bakacağına bana bak... O kuşları seveceğine çocuklarını sev diyor! Anlatamıyoruz hanımlara, bu aşk başka bir şey... Mesela bir çok kadın Eyüp’ten Beyazıd’a gidemez ama kuşu bırak bak 5 dakikada yolu bulur hem dırdırı da yok...’

Dediğim gibi kaçırmayın gidin seyredin bu röportajları... Art International da görüp de gitmenizi tavsiye edeceğim galeriler ve bir kaç fotoğraf da aşağıda... Henüz yeni olmasına rağmen ufak tefek aksaklıklar dışında gayet iyi organize olmuş Art International’ın yarın (18 Eylül) son günü. Gidin gezin, Haliç manzarasında bir de çay için.



Galeri Krinzinger Vienna
 Jonathan Messe




Carroll/Fletcher London
John Wood & Paul Harrison


Temnikova&Kasela Gallery
Mikko Hintz



Otto Zoo
Stephen Mueller

Galerie Sherin Najjar
 Gonkar Gyatso



Galerie Sherin Najjar  
Gonkar Gyatso




Louise Alexander Gallery
Pascal Haudressy



Louise Alexander Gallery
Guy Bourdin



Deweer Gallery
Ilya & Emilia Kabakov



Lisson Gallery
Anish Kapoor


Lisson Gallery
Anish Kapoor





Lisson Gallery
Anish Kapoor



Kalfayan Galleries


Kalfayan Galleries

Gallery Wendi Norris



Gallery Wendi Norris
Lionel Bawden



Zidoun Gallery
Tomokazu Matsuyama


Pilot İstanbul
Halil Altındere


x-ist İstanbul
Ahmet Polat


                                           
Conradi Hamburg
Thomas Baldiscwyler


AD Gallery
Yiorgos Kordakis

Temnikova&Kasela Gallery
Merike Estna


13 Eylül 2013 Cuma

ART INTERNATIONAL ISTANBUL



Yaz aylarında sere serpe yatma, kitap, dergi karıştırma ve tatil programı organize etme aktivitlerine doyduk, sanata acıktık diyorum ne dersiniz? Eylül, ekim aylarının en çekici yanı da ardı arkası kesilmeyen sanat aktiviteleri ve tüyleri ürperten limonatayla karışık serinletici havası diye düşünüyorum... Adeta şehir geri döndüğümüz için bize teşekkür ediyor:)

Bu sene çok yeni olan bir fuarla karşı karşıyayız.
Amerika, Avrupa ve Ortadoğu'dan yetmişe yakın galerinin katıldığı Art International 16-18 Eylül tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek. Çağdaş Sanat toplayıcılarına, meraklılarına ve ayrıca konuyla ilgili hiçbir fikri olmayanlara da hitap edecek heyecan uyandıran bir organizasyon. Ajandalarımıza ekleyelim hanımlar beyler.

Teaser için tıklayınız.

www.istanbulartinternational.com

5 Eylül 2013 Perşembe

BLUE JASMINE


Barcelona, Roma ve Paris'i alt üst ettikten sonra tekrar New York sokaklarına dönen Woody Allen'dan  kanlı, canlı, yer yer asab bozucu yer yer acıma hissi uyandıracak kimi zaman ise kendisini sevdirecek bir karakter daha geliyor... Jasmine'i heyecanla bekliyoruz... Milyon dolarlarını ve kocasını kaybettikten sonra New York'u terk edip San Francisco'daki kız kardeşinin yanına gitmek zorunda kalan Jasmine'in hikayesini izlemeye hazırlanın... Nevrotik kadıları seviyoruz!  Fragman için tıkla.

27 Ağustos 2013 Salı

Sevdiğine Sevdiğini Söyle!


Bu yaz yazların en zoruydu. Bir tanecik babamı kaybettim. İnsan bu kadar büyük bir kayıp yaşayınca delirmemek için 'neden' sorusuna kendince cevaplar veriyor, sakin kalmaya ve onun 'iyi' olduğuna inanmaya çalışıyor...

Yaz boyunca kadehler hep onun için kalktı, yemekler onun için yendi, gülüşüne özlem duyuldu, nice güzel hikayesi ardı arkasına anlatıldı... Sanki gitmemiş, yanımızdaymış gibiydi... Kapı açılınca o gelecek... Telefon çalınca o konuşacak... İnsan son bir kez sarılıp 'seni seviyorum' demek istiyor... Bu yıl ne öğrendin dersen... Sevdiğin insanlara gerçekten sevdiğini söyle, hissettir derim... Bundan çekinme korkma derim... Aklına geldikçe, canın istedikçe... Bırak sana deli diyen deli desin... Sen sevdiğine 'seviyorum' de...

Sevdiğin gittiğinde arkada kalan tek şey bu ufak anılar... Hayatta her şey biraz öyle, gidenin acısı sonraları daha çok acıtıyor... Eksikliği gün geçtikçe daha fazla hissediliyor, sana sadece anılar kalıyor...  

Ben mekanları, şehirleri, sokakları da insanları sevdiğim gibi seviyorum, onlara bağlanıyorum... Çeşme'deyken Robinson Crusoe 389'un nakit sıkıntısına düştüğünü kapanma tehlikesi olabileceğini duydum... Beyoğlu'nun atan kalbi, etrafa kitap sevgisi pompalayan kitabevi... İçim acıdı... 

Neyse ki akıllıca bir formül uygulamışlar... Bugün Mia-posta'da da yer alan detaylara buradan ulaşabilirsiniz.. 

Hayat her şeye rağmen güzel, geleceğe umutla bakmak için sevdiklerinize sahip çıkın, onları unutmayın... 


fotoğraf:http://blog.gaiam.com/happy-hope-y-wallpapers/
  

10 Haziran 2013 Pazartesi

Gezi Parkı


Gezi Direnişiyle birlikte şimdi daha iyi anladım her bir taraftan bizi neden bastırmaya çalıştıklarını... Neden kendi halimize bırakıp gönlümüzce yaşamamıza izin vermediklerini, neden iç baskılar yetmedi bir de başka milletlerin de hababam işimize karıştığını (gerçi sağ olsunlar sayelerinde yaptıkları yayınlarla kendi ülkemizdeki olayları öğrendik)...

Gençlik bir haftada sadece oturarak, şarkı söyleyerek, yürüyüş yaparak ve espri türeterek resmen dünyayı salladı. Yıllardır farklı kültür, din ve yaşam tarzına sahip 70 milyon birbiriyle düşman gibi yansıtıldı ancak bir araya gelindiğinde değil düşman olmak resmen akraba olunduğunu fark etmek sadece iki günü aldı. Herkesten zeka fışkırmaya başladı...

Önceki günlerde ‘çapulcu’ , ‘vandal’, 'aşırı uç'  bugünlerde 'faiz lobisi' olarak adlandırılan bu kalabalık polis şiddete başvurmadan önce sadece kitap okuyup, şarkı söylüyordu... Polisin orantısız şiddetine maruz kalan aktivistleri internetten izleyenler ise olanlara daha fazla sessiz kalamadı...Kendine yapılan eleştirilerden, kaba tavırdan, özgürlük kısıtlamalarından bunalan milyonlar sokaklara döküldü... 

15 gün sonra hala parkın park olarak kalması bir türlü kabul edilemiyor... İşin arkasında yok aşırı uçlar, yok PKK var gibi  teoriler ortaya atılıyor... Esasında bu yorumları yapanlar Gezi Parkı’na gidip 10dakika geçirseler böyle bir mozaiği dünyanın en kral organize örgütünün gelse birleştiremeyeceğini anlarlar.  

Özgürlüğünün peşinde olanları sadece özgür yaşayanlar anlayabilir. Dolayısıyla bu eylemin arkasında neden arayanlara pek şaşırmıyorum. Ama artık bunca günden sonra aklı başında açıklamaların yapıldığı, yalan söylemlerin yer almadığı, halkı bütünleştirici konuşmaların yapıldığı bir ortam hayal ediyorum. 

Topraklarımızdaki zeka ve mizah kat sayısının katlanarak arttığı şu günlerde; hepimiz yaşadığımız ülkeyi biraz daha sevmeye başladık, e şunlara bak sevmemek mümkün mü ya! 
                                        

                               ( Koca koca adamlar 'ben çapulcuyum' demekten kendilerini alamıyorlar.)



                                           ( Nusret'i protesto eden reklamcılar: Direnantrikot!) 


                       ( Başta NTV ve ardında tüm kanalların sansürsüz yayın yapmasını sağlayan plazacılar!)