27 Şubat 2011 Pazar

ÇAKMA BAŞARI

Önemli günler öncesi tüm Pazar eklerinin aynı sesten bağırması, ve ortak bir konu paylaşımında birleşerek can sıkıntısı yaşatmasına alıştık. Ben de bu can sıkıntısının bir parçası olmak adına aldım gitarı elime. Bakış açım farklı yalnız, beni kategorize etmeyin hemen!

Efendim bildiğiniz üzere bir kaç saat sonra Oscar Ödül Töreni birçoklarını uykusuz bırakacak. Benim tabiki tatlı rüyalar içerisinde dolanıyor olacağım bu süreç içerisinde zarafet timsali Natalie Portman Oscar’ı eline geçirecek. Hakkındır Natalie, özellikle siyah kuğuya dönüştüğün ve seyircilerin karşısına çıktığın sahnedeki performansın rüyalarıma bile girdi.

Geçenlerde bir talk show’da karşıma çıkınca pek sempatik tavırları sebebiyle kanalı değiştiremediğim Natalie, ‘ Black Swan’ setinde başına gelenleri anlatıyordu. Egzersizler esnasında düşünce kaburgalarından birinin kırıldığından şüphelenen Portman yapımcılara;

Sette doktor yok mu?’ diye sorduğunda,

Maalesef bütçemiz kısıtlı olduğu için, sette sürekli doktor bulunduramıyoruz’ cevabını almış.

‘ O zaman özel karavanım olmasın ama sette sürekli bir doktor olsun’ demiş.

‘ Diğer gün sete geldiğimde gerçekten artık karavanım olmadığını öğrendim’ diyerek bu anısını gülerek anlatıyordu.

Kendi bulunduğumuz noktaya dönüyorum, ve yukarıdaki konuşmanın Türkiye’de geçtiğini hayal ediyorum. Sonuç; yarım kalan bir film seti olurdu veya ağır şartlara sahip sözleşmeleri olduğu için başrol oyuncusu film setini bırakamaz ancak gala gecesine gelmeyerek hıncını yapımcıdan alırdı.

Altı, yedi ay önce dünyaca ünlü bir yönetmen Türkiye’de filminin bir bölümünü çekerken işin Türkiye ayağında çalışan bir görgü tanığı şunları anlattı. Çekim esnasında halı istediğine karar veren yönetmen, Amerikalı prodüktörlerden halı istedi. Aldığı cevap ‘ definetly NO’ oldu.

Buna inanılmaz şaşıran Türkler, ‘Biz gerekiyorsa bulalım bir halı, dert değil’ dediler. Çünkü Türkiye’de yapım asistanları dağ başında çalışırken mankenlerin suşi isteklerine, yönetmenlerin filtre kahve, puro ihtiyaçlarına, siyah piyano çekerken bir anda fikrini değiştirip sabah 7’de ‘Ben beyaz piyano istiyorum haydi çabuk olun, hemen bulun’ demelerine alıştığı için, ‘Bir halı’ bulmak onlar için sek sek oynamak gibi bir durum. Tekliflerini yineleyen Türk ekip Amerikalılardan şu cevabı almışlar... ‘ Bu saatten sonra yeni istek olmaz, filmine iyi çalışsaydı...’

Sadece sanatçılar değil, bizde işini biraz iyi yapan herkesin takındığı kati tavır; mütevazılığı o an elden bırakmak, emirler vermek, şımarmak, yersiz sinirlenmek, zor biri gibi görünmek adına hiçbir şeyi beğenmemek ve kimse kendiyle eş değer görülmesin diye sürekli alttan gelenleri aşağılamak ve en önemlisi bitmeyen isteklerde bulunmak...

Şimdi ofisteyseniz bir etrafınıza göz gezdirin. Çevreniz çakma başarılarıyla bu tanıma uyan kişilerle sarılıysa hepinize bolca Natalie Portmangiller bulunan ofisler temmenni edip, iyi haftalar diliyorum....

22 Şubat 2011 Salı


Okul yıllarında hep vardır ya tipler ellerinde gitar okul köşelerinde çalışırlar, triplere girerler, grubumuz var vesaire... Kimse onları pek ciddiye almaz.

Ortaokul, lise zamanı okul sonrası ekip olarak çalışmak isterler, gruptan birinin annesi arıza çıkarıp illaki okul müdürüne, yakın gördükleri hocalara şikayette bulunur zindan ederler çocuklara ortamı...

Yedikleri azar onları yıldırmaz, hep bir uğraşırlar bir araya gelmeye. Evde kedi, köpeğin hatta muhabbet kuşunun sesi bile daha fazla kabul görür gitar, batari sesinden. Gençlik evden kovulur. Ev ahalisi laf etmese apartman sakinlerinden en az biri, en çok hepsi bu işe çomak sokarlar.

Okul, zaten çocukların var gücüyle okuldan uzaklaşarak ev ortamlarında ders çalışmalarına göre dizayn edilmiştir... İki ara bir derede kalan tiplerimiz zamanla bu heveslerinden vazgeçerek ilim irfan yuvasına geri dönerler. Gelecek yıllarında da ‘ Bizim de lisedeyken bir grubumuz vardı’ diyerek muhabbete bir kaşık tuz da atma şansına erişirler...

Tabi bazı çıkıntılar, her ne olursa olsun yıllar boyunca onlara yapılan eziyete, söze katlanır, kafalarına göre takılırlar. Annelerinin ‘Oğlum bak bir mesleğin olsun önce, sonra bir hobi gibi yaparsın bunu da’ diyerek heveslerini kursaklarında bırakma, babaların bir köşeye çekip ' baba-oğul' konuşması methodları bile bu çıkıntıları durduramaz. Geleceklerinin belirsiz olması onları korkutmaz. Belli bir parayla ortalama giderlerini kazanacakları ruhsuz bir iş yerine çocukluk hayallerinden vazgeçmezler. İleride beş parasız olma ihtimalini göze alırlar.

Üniversitedeyken her dönemin başında bir kez görüp sonra izini kaybettiğim bir arkadaşımın TNK’nin albüm kapağında resmini gördüğüm günden beri sürekli aynı cd’yi dinliyorum. Gitar çaldığını, bir grupları olduğunu ve bu yüzden uzun aralıklarla ortadan kaybolduğunu bilirdim. Sınıfa adım attığında da ‘ Konserimiz vardı, gelemedim’ dediğinde hep üfürükten attığını düşünür, ne zaman vazgeçeceğini merak ederdim.

Bu esnada beyler almış yürümüşler. ‘Söyle Ruhum’ albümüyle yaptıkları çıkış etkileyici. Arada hüzünlendirse de umut veren söz ve müziklerden oluşan başka bir esinti yarattıkları... Yolunuz açık, azminiz tüm yukarıda bashettiğim tiplere örnek olsun! Çeldiricileri elemişsiniz, tebrik ederim.

Parçalar için tıklayın.

20 Şubat 2011 Pazar

VINTAGE PATISSERIE


Fikir herşey. İyi bir fikir duyduğun anda ‘Bunu ben nasıl düşünemedim’ ya da ‘Ne kadar
basit’ diyebilirsin, izin veriyorum.

Geçen gün Vintage Patisserie’nin sitesine denk geldim. Vintage lafını artık duymaktan herkese fenalık geldi ama Vintage’ın ilk kez bu şekilde sunulan bir formatını gördüğüm için anlatıyorum, dinle. Londra’da Angela isimli bir zeka düşünmüş, uygulamaya geçirmiş.

Şirket veya şahıs davetlerinde 1920-30’ların çay partisi konseptini düzenleyerek beklenmedik bir kapı aralamış.

Masa örtülerinden, çay takımına, yiyeceklerden, müziğe, servis yapan görevlilere kadar herşey seni eskilere götürüyor. Birçok kurumsal şirket; sunum, lansman, kutlama organizasyonunu Vintage Patisserie’nin ellerine teslim ederken, şahıs davetlerinde de harikalar yaratıyorlarmış.



Türkiye’de de Bloomberg TV’de yayınlanan Dragons’ Den UK’ye de katılan Angela burada kazandığı 100.000 pound’la çıtasını iyice yükseltmiş.

Bugünlerde farklı bir iş yapmak isteyen herkes internete saldırırken, hizmet sektöründe de daha gidilecek pek çok yol olduğunu hatırlatır, bu fikrin sana yepyeni girişimlerde bulunman konusunda feyz vermesini dilerim. Dağılabilirsiniz.

http://www.vintagepatisserie.co.uk/

17 Şubat 2011 Perşembe

KAÇMAK SAÇMA!


Sarsıldım. Bugün annem yüzyıllık temizlik yaparken, yıllardır bulunamayan bebekliğimle ilgili tüm anıları içeren defterciği ortaya çıkarmış. İlk sözcükten, ilk adıma, el izinden saç parçasına kadar her tür detay; ne hikmetse çok popüler olan bu defterciklere yazılıyormuş.

Yıllar önce yükselen burç olayı düşünce sistemimizi ele geçirdiğinde, annemden tek öğrenmek istediğim saat kaçta doğduğumdu. Yükselen burcumu ancak bu şekilde öğrenebilirdim. Abim için yapılmış bu defterciğin varlığı kütüphanemizin as elemanıyken, benimki aranıyor, aranıyor, aranıyor ama bulunamıyordu.

Seneler geçtikçe, yükselen burcumu öğrenmeyi artık bir kenara itmiş, burcum üzerine yoğunlaşmıştım. Koç burcu olarak, yengeç ve balıklarla hiç anlaşamazken... Kimse alınmasın, ben de anlaşması zaman zaman zor bir insanım ama özellikle balık burçlarının çoğunluğuyla sonu hazin biten arkadaşlıklarım olmuştu. Hareketlerini garip bulduğu yeni aşkıyla ilgili bilgi veren herkese, ‘Balık burcu mu yoksa?’ sorusu benim için klasik sayılacak bir teşhis ve yorumdu.

Bu sabah annemin ‘ Bak bebeklik defteri buldum ve sabaha karşı 4.35’te doğmuşsun’ haberiyle yükselenimi öğrenmek için internete girdim.

Sonuç: Yükselenim Balık!

Buradan hepimizin çıkaracağı bir sonuç var... Hayatta neyden kaçarsan, peşine düşer, paçana yapışır!

Hiçbir şeyden kaçma!


Fotoğraf: http://www.treehugger.com/

15 Şubat 2011 Salı


Bu aralar sıkışığım gençler postlar azaldı affınıza sığınıyorum.

Öncelikle kısa bir anektod:

Biraz önce D&R’da bir kitap arıyorum, o sırada bacak boyu benim bireysel boyumla eşit bir kız görünce dönüp bakma gereği duydum. Ardından yandaki beyden şöyle bir ses geldi; ‘ They don’t have Russian-Turkish, do u want Russian-English?’ Vayyy Türk erkeklerini seviyorum yaa! Düşünceli, kibar, nazik. Hoşuma gitti.

Şimdi konu:

Artık beğendiğim ev fotoğraflarını toparlamaya başladım, bunları sizlerle de paylaşmak istiyorum. Fotoğraflardaki mekanlar biraz iddialı; yüreğimdeki ev değil köşk herhalde, bilinçaltımın durumunu pek bilemiyorum..








11 Şubat 2011 Cuma

Sevgililer günü safsatası başladı, herkese hayırlı uğurlu olsun. Pazartesiye denk geliyor, bu sebeple Cumartesiden kutlayacağız... Yaşasın!

İzmir’den ithal ettiğim kuzenim Bego, bu sabah şehrine geri dönüş yolunda... 2 akşamdır Canlı Para’dan bölümler izliyoruz, baya güldük... Canlı Para ‘Zen Diamond -Zen Diamond- Zen Diamond’ sevgililer günü kampanyasında gerek oyunculuk gerekse dialog bakımından efsane bir reklam izlettiriyor bize. Sabah uyandığımdan beri aklımda Zen Diamond var... O halde cevap veriyorum ‘ Zen Diamond!’...

Sevgililer gününde, dostlar alışverişte görsün niyetine vizyondaki aşk filmlerine gitmek yerine Anthony Hopkins’in şeytan çıkarma konulu filmine ( Ayin-The Rite) gitmeyi tercih edeceğim gibi görünüyor...

20 yaşında, aşk ile ilgili tüm konularla yakından ilgilenip, etkilenmeye her an hazır olan Bego bile, Aşk Tesadüfleri Sever için ‘uzun bir klip gibi, basmışlar şarkıyı’ yorumunu yaptığı için ‘acıtasyona son’ pankartlarımızı açıyoruz... Beni öyle üç, beş şarkıyla kandıramazsınız babacım...

3 haftadır Biutiful’a yer ayırtıp gitmiyorum. Inarritu filmlerini, ruhunu, müziklerini çok seviyorum ama bu filmin fragmanını ilk izlediğim günden beri ruhumu daraltacağı hissine kapıldığım için kaçıyorum...

Outdoor ilanları ilgimi çekince internetten araştırdığım ‘İncir Reçeli’, posteriyle kalbimi kazandı. Belki müzikle değil ama posterle beni kandırabilirsiniz... Bu filme gidiyoruz! Poster azıcık Emir Kustirica’nın ‘promise me this’ filmini anımsattı, durum iç ısıtıcı... Hayalini kurduğum gibi bir naiflik beni bekliyor olabilir!




Herkese iyi haftasonları!

9 Şubat 2011 Çarşamba


Zamanında sabit ev telefonuyla çok konuştuğumuzda papara yiyen biz, üç yaşındaki bıdıkların i-pad’i okula götürme konusundaki ısrarcı tutumları karşısında nutuk tutulması yaşayabiliyoruz. Zor iş adaptasyon.

Dönemin daha da nasıl değişeceğine ve bugün geldiği noktaya parmak basan bir hafta geçiriyoruz. McCann Erickson’ın ön ayak olduğu ‘Social Media Week’; Galatasaray Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Blogger Base’teki seminerleriyle devam ediyor. Youtube, Facebook, Twitter, Blog kavramları hayatımıza girdi gireli, herşey bir değişti... Kimine ters gelse de, istediğin kadar reddet sonunda bir şekilde olaya karışmak zorunda kalıyorsun.

4 sene facebook kullanmadım, ‘neden facebook’ta yoksun’ sorusu ruhumu daralttığı için mahalle baskısıyla girmek zorunda kaldım:)

Bugüne kadar Social Media Week’e katılmayanlar, Perşembe ve Cuma’yı kaçırmasınlar. Giriş ücretsiz, önceden kaydolmanız gerekiyor. Aşağıdaki adresten online kayıt yaptırabiliyorsunuz. Organizasyonlar dolu dense de mail yoluyla başvurduğunuz takdirde geri çevrileceğinizi sanmıyorum. Bir çok organizasyona göre çok daha insancıl bir ortam ve çözümsellik var:)

Bir aksilik çıkmazsa, kaçırmamayı planladığım etkinlikler aşağıdaki gibi.

Gelirseniz görüşürüz:)

Perşembe günü:

  • Babylon: Müzik Birleştirir
  • Sosyal Medya ve Değişen Tüketici Davranışları

Cuma günü:

  • Facebook ‘It is all about people’
  • Ekşi Sözlük Yazarlarının Gözünden Sosyal Medya ve Ekşi sözlük

İtiraf: En çok Serdar Kuzuloğlu’yu dinlerken eğlendim. Facebook’taki ‘Like’ butonu için ‘Yeni Para Birimimiz’ açıklaması içinden geçtiğimiz süreci en iyi anlatan cümlecikti:)


http://socialmediaweek.org/istanbul

6 Şubat 2011 Pazar

Wallpaper & Vakko


İzmir’den 18 yaşımdayken çıktım, bir daha da tatiller dışında uzun süreli hiç kalmadım. Zihnimde anısı çok, acısı bol... Bazı simgeler var hep kafamda İzmirle ilgili. Küçükken dünyama yazılmış, hala var olduklarını zannediyorum...

Bunların en belirginlerinden bir tanesi de Kordon’daki eski Vakko binasıdır.

6-7 katlı körfez manzaralı binanın her köşesi film seti gibiydi. İçeride resmen şıklık vardı. Yerler bembeyaz mermer, en üst kattan zemine kadar uzana cam süsler aşağıda içerisine dilek paraları atılmış havuza kadar inerdi...


Şeker, çikolata ve gençler için tasarlanmış eğlenceli objelerin satıldığı ayrı bir bölüm vardı Vakkorama katında, kumaş katı diye apayrı başka bir kat.. Tüm körfezi izleyebileceğin, zaman zaman sergilerin yapıldığı kafesi Cumartesi günleri akşam üstü annemin arkadaşlarıyla buluşma, benimde etrafta takılma mekanımdı...

7-8 sene önce Vakko bu güzel binadan çıktı, Zara giriş yaptı... Zara’nın bu binasına sadece bir kez girdim...

Vakko zevkine hitap eder, etmez tartışılır... Ama etrafa kattığı güzellik, kendisine ve müşterisine gösterdiği özen tartışmasızdır, kabul edelim...

Dizayn, moda, sanat ve lifestyle konularında söz sahibi Wallpaper dergisi tartışmış, kabul etmiş. 7 senedir verdiği ‘Design Awards’ta bu sene ‘ Best Workplace’ ödülünü Nakkaştepe’deki binasıyla Vakko’ya vermiş.

Dünya çapındaki bu derginin verdiği ödül, bence son zamanların en iyi haberlerinden biri.






Sadece kazandığı paraya değil; değerlere, çalışanlarına, çevreye ve sanata verdiği önemle markalar daha da güçleniyor! Güzel binaların hep varolsun Vakko!

3 Şubat 2011 Perşembe

YOKUM

İzmir’deyim, dönemedim. Üç gündür ortalıklarda yokum. Yokluğumda İstanbul’a sahip çıkıyorsunuz, sağolun. Bir çok İzmirli’nin aksine, ben İzmir’e gittiğimde yaratıcılığım yok olur, elim kolum bağlanır...

Yazma ve araştırma yetimi tamamen kaybederim. Kişilerin yavaşlığı, vurdumduymazlığı ve üstün eleştirme yetenekleri karşısında hiçbir şey yapmadan oturmanın daha doğru olacağı düşüncesi tüm kaslarıma yapışır.

İki gün daha buradayım. Bu süre içerisinde yirmisekiz bardak Türk Kahvesi içip, sayısız sohbet içinde hayatın anlamını düşünüyor olacağım.

Siz de sakın IFW’nin Santral İstanbul’daki defilelerine davetiyeniz yoksa gitmeyin. Her yerde okuyorum, haftasonu kaçırmayın yazıyor. Sanki davetiyeye ihtiyaç duyulmayan, her isteyenin girebileceği organizasyonlarmış gibi bahsediliyor, aman diyeyim oltaya gelip o kadar yol tepmeyin...

En çok bugün İstanbul Modern’de İran Sineması’nın önemli isimlerinden CaFer Panahi’nin 5 farklı filminin gösterimi olmasını ve benim hiçbirini izleyeme şansına erişememe tepem attı, ancak iyi haber 10 Şubat’ta da gösterim var. Panahi geçen ay, rejime muhalif olduğu için 6 yıl hapise ve 20 yıl sessiz kalma cezasına mahkum oldu... Bir daha film yapar mı ne dersiniz?

Son duyurum, 5 Şubat’ta IF film festivalinin biletleri satılmaya başlanıyor.
Bilgisayarın başında hazır bekleyin, biletsiz kalıp yakınmayın...

Dediğim gibi İstanbul size emanet...

Kiss kiss çav çav...