9 Ocak 2011 Pazar

Günay'da Bülent Ersoy


Herşey gecenin bir saati çalışırken başladı... Geç saatlerin yaratıcılık üzerindeki etkisi tartışılmaz, üzerimizdeki hantallık gitsin diye 15 dakikalık molada Bülent Ersoy’dan ‘Senin Olmaya Geldim’ şarkısının çalınması uygun görüldü...

Telefondan Bülent Ersoy çalarken, ortada boş boş gezip, sağa sola bakmak doğru olmaz, herkes toparlandı oturduğu yerden ciddiyetle onu dinlemeye başladı... Üzerimizde yarattığı etkiyle sus pus olduk. Şarkı bitiminde hiçbirimizin çocukken anne veya anneannesiyle elele tutuşup Bülent Ersoy’u canlı dinlemeye gitmediği ortaya çıktı... O gün itibariyle, İstanbul’da ilk nerede çıkarsa oraya hep beraber gidileceğine dair ant içildi...

Ayrı bir itiraf da şu ki; geleneksel kültürümüzün önemli bir parçasını oluşturan gazinoları ancak Yeşilçam filmlerinden tanıyorum ve bir kere bile ayak basmadım...

Sanki her akşam eve gitmeden önce uğrarmışım gibi kendime yakın hissettiğim, hakkında bir haber gördüğümde hemen okuduğum ‘Günay’da Bülent Ersoy çıkıyor gidiyoruz’ mesajını aldınca ‘yes sir’ diyerek hazır ola geçtim.

Cuma akşamı altı kişi kolkola girip Günay’ın yolunu tuttuk. Sıcak, samimi bir mekan olacağını hayal ettiğim Günay tamam ama Uluslararası Montu Merid Müzik Doktoru ünvanlı, Japonya’dan tescilli ‘yüzde yüz kusursuz’ sesli Bülent Ersoy’dan açıkçası biraz da korkarım... Zihnime onun müzisyen naifliği değil de, daha çok agresif yapısı yerleşiktir... Acaba haksızlık mı ediyorum?

Saat 21:00- İçeri adımımızı atıyoruz. Güler yüzler bizi karşılıyor. Benim küçük hayal ettiğim mekan oldukça büyük, ve tıklım tıklım. İlk kez geliyoruz, bir daha da ne zaman geliriz meçhul diyerek en önden ayırttığımız yerimiz torpilli seyirciymişiz imajı yaratıyor. Sahnede güzel sesli ve İtalyan bakışlı Hürriyet Hanım... Frank Sinatra’dan My Way’i söylüyor... Değişik. Masaya doğru yürürken annemlerin 1980’lerde çektirdiği bir fotoğraf karesinin için girmiş gibi adımlarımı dikkatli atıyorum... Ortamın ciddi bir ağırlığı var, üstlerde vazgeçilmez parıltılı siyahlar, saçlar topuz... Beyler takım elbise... Benim saçlarım home made, gömleğim beyaz... Onu düşünüyorum...

Saat 22:30- Sahnede Hasan Yıldırım... İnsanın içine işleyen bir sesi var... Volkan Konak’tan Cerrahpaşa’yı söylüyor... Gözlerim doluyor... Bu nasıl bir ses?

Bu arada yemekler geliyor, gidiyor, yenileri geliyor... Herşey oldukça lezzetli, İstanbul’da genelde bizi tokatlamalarına alışık olduğumuz garsonlar yerine eski sevecenlik, iyi niyet, güler yüz insanın keyfine keyif katıyor...

Saat: 00:00 - Oryantal Didem...

Saat: 00:30- 3:00 Bülent Ersoy... Arka taraflar uzun süredir ayakta dans eder durumda... Bülent Ersoy sahneye çıkınca ciddi bir alkış, fanatik haykırışlar... Biz gözümüzü ayıramıyoruz... Sahneye adım attığında yan tarafta konuşanlara bir bakış fırlatıyor, benim tükürüğüm boğazıma kaçıyor... Onu bu kadar yakından izlemek çok farklı... Mikrofonsuz söylüyor... İnanmak zor... Öndeki masalardan birinin üzerindeki tabak, bardak ne varsa yere atıp masaya oturuyor... Masanın sağından ve solundan garson çocuklar çıkıp cam kırıklarını yerde emeklemek suretiyle temizliyorlar... Sonra tekrar ayağa kalkıp, hem sohbet ediyor, hem şarkılarını söylüyor... Gözünü başka bir masaya diktiği an garsonlar orada toparlanıyor... Masadaki tabak, çanağı 4 bir elden yan tarafa kaydırıp, zayiatı azaltmaya çalışıyorlar... İçtiği her içkinin bardağını yere fırlattığı için, o içince hepimiz gayri ihtiyari yüzümüzü kapatıyoruz...

Etraftaki ciddi abilerin arasında bizim masamız sırıtıyor, buna şüphe yok. Bu bariz fark Bülent Hanım’ın da gözünden kaçmamış olacak ki, bize her baktığında suratının şekil değiştirmesi bu sebepten sanırım...

Cinsiyet değiştirmek ve bunu tüm sevenlerine kabul ettirerek, sanat yaşamını 40 sene boyunca medyanın gözü önünde yaşatmak cesaret ister... Onu izlerken başından geçenleri, sıradışı hayatını düşündüm... Başarılarla dolu, çok zor bir hayat... Türkiye’ye renk katan enteresan bir kadın, İstanbul’un tarih kokan bir mekanında şarkı söylüyor... Ben de dinliyorum... Şanslıyım.. Başından sonuna, 5 saatlik acayip bir süreç geçiriyorum...

Türkiye, sosyoloji, cinsiyet ayrımı, aile yapısı, değer yargıları, gelenekler, para, müzik ve daha neler neler geçiyor aklımdan... Karşımda muazzam bir tarih var, eğer denk gelirseniz mutlaka tavsiye ederim... Arada değişiklik yapmakta, kafayı farklı çalıştırmakta yarar var... Tecrübe ediniz...

1 yorum: