29 Ocak 2011 Cumartesi

PATTI, ROBERT, NEW YORK ve ROCK


Ağır konular, yoğun duygular. Yine bitmesini istemediğim bir kitapla haşır neşirim. Sürekli koltuk altımda taşıyıp, sağa sola götürüyorum. Okumasam da yanımda duruyor, kapak fotoğrafına bakıyorum... 70’lere gidiyorum...

Yılbaşından önce Robinson Crusoe Kitabevi’nde arkadaşlarıma hediye seçerken keşfettim kitabı. Esasında hediye olarak aldım, sonra da üstüne kondum...

Efsanevi rock yıldızı Patti Smith’in, yine dünyaca ünlü fotoğrafçı Robert Mapplethorpe’la beş parasız, evsiz, yemeksiz ve ne yapacaklarına tam da emin olmadan New York’ta yaşadıkları yılların içine giriyorsunuz... Kitabın ismi ‘Çoluk Çocuk’.... Kimi arasanız, kitapta adı geçiyor... Jimi Hendrix, Bob Dylan, Bruce Springsteen, Andy Warhol, Eddie Sedwick, Janis Joplin vs ... Hepsinin, 1970’lerin New York’unda dünyayı değiştirmeyi, Amerika’yı etkilemeyi, sevilmeyi, takip edilmeyi, hayatlara dokunmayı kafaya takmalarını ve nasıl bir yoldan geçtiklerine tanık oluyorsunuz...


Aşk, rock, depresyon, inanç, müzik, ölüm, şiir, uyuşturucu,resim, fotoğraf, hırs, parasızlık, açlık... Tüm olaylar, duygular iç içe giriyor. Kitapla kendi içimde bir aşk yaşarken; TV’de ‘When You Are Strange’ isimli The Doors’un belgeseliyle karşılaşıyorum.. Kitapta The Doors grubunun solisti Jim Morrison’ın ölümünün Patti Smith’e yaşattığı hüznü, Paris’teki mezarına yaptığı ziyareti, belgeseli izlerken bir kez daha hatırlıyor, duygulanıyorum....

6 sene içerinde 80 milyonluk albüm satışı yapan The Doors’un eski görüntülerini izlerken, 20’li yaşlarındaki bu 4 kişinin insanları nasıl peşinden sürüklediğini, şiir ve rock’ın uyum içerisindeki bu etkisinin beni bambaşka duygulara sürüklemesini hayretle izliyorum... Ardından kitabımı okumaya devam ediyorum...

Sabah kalkınca ilk işim Robert Mapplethorpe’un Galeri Nev’deki fotoğraf sergisine gitmek oluyor. Patti Smith’in ve daha birçok ünlünün, en çok da Mapplethorpe’ın kendi portrelerini inceliyorum.

Patti Smith gerçek bir hikaye anlatıcısı. Bunu hem şiirlerinde hem de yapmış olduğu şarkılarda görebiliyoruz... Bağımsız ruhu, yoğun duyguları, sert sesi, garip çekiciliği ve olaylara karşı gösterdiği sakinliğiyle bir haftadır onunla, Rock ve New York’la yaşamak bana çok iyi geldi...

Yağmur yağıyor, mutluluk hüzüne karışmış durumda... Çoluk Çocuk kitabını bitiriyor, 27 yaşındayken nedeni bilinmeyen sebeplerle ölen Jim Morrison’ın sözleriyle kitabıma veda ediyorum...


This is the end, beautiful friend

This is the end, my only friend

The end of our elaborate plans

The end of ev'rything that stands

The end

No safety or surprise

The end

I'll never look into your eyes again

Can you picture what will be

So limitless and free

Desperately in need of

some strangers hand

In a desperate land….


Galeri Nev Adres: Mısır Apartmanı 5.Kat, Beyoğlu

28 Ocak 2011 Cuma

SON GÜN!



Yarın programınızı yaparken yarım saati de David La Chapelle Sergisi'ne ayırın.
Herkes başladığı günü haber verir, ben bitiş gününü haber veriyorum.
Sergi yarın bitiyor.

Çağdaş sanatın efsanevi isimlerinden fotoğrafçı, yönetmen La Chapelle; popüler kültürün en önemli temsilcilerin biri. Bu etkisinin arkasında onu keşfeden kişinin Andy Warhol olması yatıyor olabilir. Warhol'un son 5 senesinde yanında olan La Chapelle, 'herşeyi ondan öğrendim' diyecek kadar ustasına saygı duyuyor...

Akaretlerin sanat mabedine dönüşmesine yardımcı olan Paul Kasmin Galeri'ye bu buluşma için teşekkür ediyoruz.

Duyuru bitmiştir, herkes işinin başına dönebilir...




27 Ocak 2011 Perşembe


Be Stupid!
Yükleyen MarketingTurkiyeTV. - Filmler ve diziler Dailymotion'da

Değerli izleyicilerim, arkadaşlarım:)

Geçtiğimiz ay açılan; Marketing Türkiye TV için yukarıdaki filmi yaptık.
Aptal olmalı mıyızz diye sorduk soruşturduk... Enfes yanıtlar aldık...
İzleyin umarım beğenirsiniz!
Yorumlarınızı bekliyorum!

Not: www.marketingturkiyetv.com'u da izlemeye alın.

24 Ocak 2011 Pazartesi

İNTEGRAL!




Lise Son'dayız. Sistem değişti, türev integral kesin üniversite sınavında çıkmayacak bilgisi elimize ulaştı... O gün, hem türev hem de integral pencerelerimizden çıkıp gittiler... Bir daha da kolay kolay bize yaklaşamadılar, yıllar böyle geçip gitti...

Hayatına integrali, türevi dahil edip başının üstüne koyan Matematik Profesörü Dr. James Stewart; muhtemelen hepimizin sıralarından geçmiş olan Calculus kitaplarıyla milyonları banka hesabına yatırırken, biz anca 'Bizim zamanımızda ÖSS'de çıkmadı ya, bak nasıl şanslı bir dönemdik' diyerek sevincimizi gelecek nesillerle paylaştık... Bizim kadar şanslı olmalarını diledik...

Bu arada Dr. Stewart kazanmış olduğu milyonlarla Toronto'ya yakın Ontario'da kendisine 24 Milyon dolar değerinde İntegral şeklinde bir ev yaptırdı...

Matematiğin kusursuzluğu, dizaynın estetiğiyle buluşuyor ve ortaya aşağıdaki gibi bir ev çıkıyor..

Bu havuza girmek, aşağıdaki merdivenlerden yürümek istiyorum!




Aşağıdaki fotoğrafta profesörün kendisine ait özel konser salonunu
izliyoruz...


the.coolhunter.net sık sık ziyaret ettiğim bir sayfa... bu tip enteresan örnekler için arada bir tıklayın!

21 Ocak 2011 Cuma

Rahat Ol, İzlediğin Sadece bir Şov


Eleştirileri eleştiren bir yazı okuyacaksınız, belirtiyim.

Geçen Pazar Golden Globe’u izleyemeyince, konuyu gazete ve internette takip ettim... Okuduğum tüm yazılarda sunucu Ricky Gervais’in esprilerinin ortamı ne kadar gerdiğini, salonun havasının bozulduğunu, bunun ne kadar da ayıp birşey olduğunu yazıyordu... (bkz. turkish newspapers)

Pazartesi akşamı oturup, töreni baştan sona izleyince problemin Bay Gervais’te değil, benim okuduğum haberlerde olduğunu anladım... Ortamda ne gerginlik var ne birşey... Ricky Gervais ağır eleştiriler, espriler yapıyor ama hem duruma mazur kalan hem de tüm salon kahkahalara boğuluyor...

Biz çok edepliyiz, çok saygılıyız, çok kibarız ya ondan böyle sert espriler yapılmasını hiç uygun görmeyiz... Sadece Ricky Gervais değil, aynı zamanda sahneye ödül vermek için çıkan diğer sanatçıların da esprileri oldukça haşırt.

Robert Downey Jr. , en iyi kadın oyuncu adaylarını tanıtırken hepsiyle yatmaya çalıştığının altını çizen bir konuşma yapıyor.

Gervais; Bruce Wills’i çağırırken Ashton Kutcher’ın babası diye çağırıyor...

Gervais kendisiyle ilgili benden daha ucuz birini bulamadılar herhalde bu yüzden tekrar çağrıldım diyor...

Turist filminin listeye girmesi için yapılan rüşvet iddalarına değinerek... Herkes Angelina ve Johnny’le takılmak ister bu yüzden bu film aday gösterildi ancak tabiki rüşvet teklifini de kabul etmişler ve Cher konserine gitmişler... Bu bir rüşvet mi ceza mı orasına biz karar veremedik çünkü 1975 yılında değiliz diyor...

Liste uzayıp gidiyor, tüm gece dinamik... Sürekli yeni bir bombanın patladığı, sahnenin bir saniye bile boş kalmadığı, herkesin kahkahalara gömüldüğü bir gece izliyorsun... Bizim basında Ricky Gervais ortamı gerdi, çok ayıptı diye çıkıyor...

Akıcılık, görsel etki, espriler, müzik, iletişim, sahne tasarımı ve sunucularla ilgili bir tane bile örnek gösterebilecek iyi bir ödül gecemiz olmamasını bir yana bırakıyorum.... Uluslararası üne kavuşmuş jüri başkanlarımızı bile kaçırmayı başardığımız, derin hoşgörüsüzlüğün espriye izin vermeyen kafasıyla birbirinden sıkıcı organizasyonlar düzenlemeye devam ediyoruz.

Sinemanın bir sektör olduğunu ve ancak bir arada olunursa gelişebileceğini bunun da ancak doğru pazarlama stratejileriyle varolabileceğini anlamak yerine, başarılı olan herkesi yerden yere vuran, paçasından aşağı çeken ve birbirine düşüren müthiş performanslar izliyoruz...

Yaşayan en iyi aktör ödülünü alan Robert De Niro teşekkür konuşmasında ‘Sinemamızı tüm dünyaya yaymaya ve tanıtmaya gönül veren, bunun için çaba harcayan Hollywood Foreign Press Association’a teşekkür ederim, sizlerle varız’ tadında bir konuşma yapıyor... Yaşayan en büyük efsane bir kuruma teşekkür ediyor... Dünya çapındaki başarısının sadece yeteneğinde değil pazarlamada da gizli olduğunu biliyor...

Sadece o değil hepsi bunu biliyor... Bu yüzden özel hayatlarıyla dalga geçilmesi onları sadece kahkaya boğuyor... Çünkü bu bir STRATEJİ... Bu bir EĞLENCE... Bu bir ŞOV...

Biz kendimize gülemiyoruz, bari gülenlere karışmayalım... Bırakalım insanlar hem kazansın hem eğlensin!

19 Ocak 2011 Çarşamba

Şişhane- Cihangir Hattı


Taksideyiz, trafik curcuna... Ara yolları deniyoruz, nafile. Halimden memnum, takside üç kişiyiz, dolayısıyla sohbet muhabbet yerinde. Ancak şoför bey için üzülmemek elde değil. Trafiğin üzerine bir de bizim boş konuşmalarımızla iyice sinirleri bozulmuştur diye tahmin ediyorum... El mahkum, biz de böyleyiz, ne yapacaksın...

Şişhane’ye vardık. Taksiden iniyoruz ancak bereketimizle değil derdimizle geliyoruz. Karşıya geçtiğimiz anda bir adet tinerci genç bizi bekliyor. Abla abla diye elinde ne oldu belirsiz bir elementle üstümüze doğru yürüyor... Benden gelen ‘Hızlanın’ komutu ardından, adımlar hızlanıyor... Ama çocuktan kaçış yok. Takip ediliyoruz. Bunu farkeden taksici çocuğa seslenip ilgiyi bizim üzerimizden alarak, kaçışımıza yardım ediyor... Çocuk kendisine atılan yemi yiyor ve karşıya geçiyor... Biz de koşarak ortamdan uzaklaşıyoruz. Adını bilmediğimiz, teşekkür edemediğimiz Narin Taksi’nin hayat kurtaran şoförüne selamlar gönderiyoruz....


Miss Pizza’dayız. Rezervasyonumuzun dışarıya yapıldığını sadece ben biliyorum. Diğer iki kişi tamamen bir yanlış anlaşma üzerine orada bulunuyor... Çekip gitmek üzereler... İçerisi tıklım tıklım olduğu için, dışarısı bir nevi sevimli görünüyor... Ekibin geri kalanı gelene kadar bu ikilinin sempatisini kazanmaya çalışıyorum, dışarıda oturmanın yararlarını anlatıyorum... Tepedeki ısıtıcılar en büyük yardımcım...

Altı kız/kadın/ bayan gece dışarıya çıkmayalı uzun zaman olmuştu... Bu grup bir daha ne zaman denk gelir bilmiyorum... Spontan bir şekilde gerçekleşen buluşmamızdan beklentimiz büyük... Planımız, bölge hava sahası içindeki her yere girip çıkmak...

Miss Pizza’nın pizzaları enfes. Kuşkonmazlı, Akdeniz ve Pepperoni benden tavsiye... Ordan kalkıyoruz yan taraftaki eski Public yeni Spoil’e bir göz atıyoruz... Çok iç açıcı gelmiyor, es geçiyoruz. Public’in rezervasyonla gelsen de seni içeri almama cesaretini gösteren kapı görevlilerini, şişe açtırmazsan seni adamdan saymayan müessesesini sevgiyle anıyoruz...


Dümdüz yolumuza devam ediyoruz sağ köşedeki Bird’e girmeyip, önce kalabalıklaşmadan Eelence’ye gidelim, biraz Türkçe müzik dinleyelim diyoruz. Eelence’ye adımımızı atıyoruz, Hande Yener’den kapına köleyim desem inanır mısın? Çalıyor... Oooo lise sona geri dönüş ve gönülden bir eğlence...

Ta ki yan tarafımda duran kızın içkisinin pipeti benim gözüme girene kadar eğlencemiz devam ediyor... Kalabalık sebebiyle nefes alma problemleri yaşanması ve beklenmedik objelerin yüzümüze gözümüze çarpması sebebiyle dışarı çıkıyoruz... Durum gerçekten vahim olmasa, kimse beni 8.15 vapuru çalarken dışarı çıkaramazdı ama bu kalabalık sınırlarımızı zorluyor... Eelence’ye iki tavsiyede bulunuyoruz... birrr, bu kadar çok insan alıp, esas eğlenenlerin keyfini kaçırma, ikiii tüm şarkıları baştan sona kadar çalma...

Aynı sokak üzerindeki Bird’e geri dönüyoruz. Yaş ortalaması yüksek, müzikler ağırbaşlı. Eelence’nin eğlencesi üzerine bu belirgin özellikler bizi geriyor... Asmalımescit’e doğru yol alıyoruzz...

İnsanların her Cuma, Cumartesi gidecek kadar Asmalımescit’te ne bulduklarını bu sefer yine anlayamıyorum... Son olarak Lebnon’a oturuyoruz. Lübnan yemekleri yapan Lebnon , Küba yemekleri yapmaya başlamış... Birer içki alıp sokaktan geçenleri izleyip bir yandan da sohbetimize bakıyoruz...

Yolun aşağısında ayrılma veya barışma seremonisi yaşayan 19-20 yaşlarında bir kız ve erkeğin gerilimli sahneleri var... Onları seyrediyoruz, çok romantikler...


Miss Pizza Şişhane / Meşrutiyet Cad. 86A Şişhane Beyoğlu İstanbul

Tel: (0212) 251 32 34

Eelence / Meşrutiyet Caddesi No: 83 Beyoğluİstanbul

Tel: 
(0534) 632 91 86

Bird /Meşrutiyet Cad. No:103 Şişhane, Beyoğlu, İstanbul

fotoğraflar: Kenan Satır ( www.panoramio.com)


16 Ocak 2011 Pazar

HİP - ASİL- EĞLENCELİ



Birbirinden ünlü konularıyla, her saniye alert olduğumuz yine huzurlu geçirilen bir haftasonunu yiyip bitirmek üzereyiz. Son bir saat... Gündem bu kadar yoğunken, bana düşen modadan bashetmektir!

Hip - Asil - Eğlenceli... Yeni takıntım Fransız Maje...
Beymenler'de rast gelebilirsiniz...









http://www.maje-paris.fr/

13 Ocak 2011 Perşembe

Den’deyiz..


Nişantaşı Den Cafe’deyiz. 2009’da açılmasına rağmen pek sık uğramadığım Den Cafe sakin, huzurlu. Müziğin sesi bangır bangır değil ve en önemlisi ortalamanın oldukça üstünde lezzetli yemekleri var...

Keyifliyiz, mutluyuz. Uzun zamandır görüşemeyen Bilkentli’ler bir aradayız. Hiçbir zaman çok fazla okul fanatiği olmasam da, Ankara’yı pek sevmesem de arada sırada Bilkent’i özlerim, ne yalan söyleyeyim. Biz ona, o bize az çektirmedi ama güzel seneler geçirdik beraber... Geçmiş yıllardan, gelecek planlardan konuşulurken Jaguar meselesinin açılmaması mümkün mü?

Geçen hafta öğrenci konseyi başkanının Jaguar’la davete gitmesi olay yarattı biliyorsunuz. Durum bir garip... Konun basında bu kadar yer tutması ayrıca enteresan... Öğrencilerin oy kullanarak seçtiği bir başkanları var ve bu şahıs davet edildiği geceye arabasıyla gidiyor. Ben konuyu açıkçası bu kadar basit mi basit görüyorum.

Lakin, ben başkan olsam şahsi aracım ne olursa olsun öyle bir davete taksiyle giderdim. Benim taksiyle gitmeyi tercih etme hakkım olduğu gibi onun da kendi arabasıyla gitme hakkı olduğunu düşünüyorum...

Günlük yaşantısından herhangi bir sebeple ödün vermemeli derim. Öğrencinin tüm bu olanlardan sonra ‘Ben dört senedir Jaguar kullanıyorum, ne oldu ki?’ cevabına gülmedim değil. Cesareti hoşuma mı gitti yoksa biraz Alice in Wonderland psikozunda olduğunu düşündüğüm için mi güldüm orasını ben de tam çözemedim...

Kısaca, seçimlerini desteklemediğim şahıslar olsa da yaşam tarzlarının kısıtlanmasına dair yapılan her türlü saldırıya karşıyım... İster Jaguarlı, ister Serçeli olsun...

Hararetli tartışmamıza şahit olan Den’in kapısına doğru yürüdük... Bir sonraki buluşmamızda daha eğlenceli konulardan bashedelim diyerek ayrıldık... Mesela Muhteşem Yüzyıl’ın tehdit alan ekibi ve yaşadıklarını...

İyi haftasonları!


Den Cafe

Tel: (0212) 224 24 70 Adres: Mim Kemal Öke Caddesi 1/D, Nişantaşı


12 Ocak 2011 Çarşamba

TİKTU KOSTÜM


Kostüm partisi yapmak pek bizim adetimiz değildir... Hafif çocuklaşıp, şımarmak doğru olmaz.

Avrupa’da neredeyse her 3 kişiden biri doğumgününü veya önemli okazyonları kostüm partisiyle kutluyor... Dolayısıyla adım başı bir kostüm mağazasıyla karşılaşabiliyorsun...



Ancakkk, Türkiye’de son dönemlerde kostüm partileri sıklığını arttırsa da partiye giderken kaliteli, farklı, özenli ürünler bulunduran bir mağaza bulmakta fazlasıyla zorlanıyorsun! Ama durumlar değişmeye başladı, bu boşluğu gören ve değerlendirmeye alan TİKTU Kostüm kapılarını geçen ay açtı...




Seksi bir Pamuk Prenses, Wilma, Betty, Barney, Shrek’in Fionası, Doğum Günü Pastası, Marilyn Monroe, Joker, Köpekbalığı, Kovboy, Batman, afilli bir Korsan...





Hayalinin kostümüyle askılarda karşılaşamadığın noktada, istediğini dikmek için eğlenceli bir ekip seni bekliyor.

Ayrıca vintage elbiseler, dönem kıyafetleri, 2. el kıyafetler, gerçekçiliğiyle seni korkutmayı başaracak maske ve aksesuarlarıyla başka dünyaların insanı ol ve eğlen...


Adres: Aytekin Kotil Cad. Akşit Apt. No:11 D:5 ( Cevahir Alışveriş Merkezi Yanı)

Mecidiyeköy / İstanbul

www.tiktukostum.com

Gamze Tiktu - 05376700607

9 Ocak 2011 Pazar

Günay'da Bülent Ersoy


Herşey gecenin bir saati çalışırken başladı... Geç saatlerin yaratıcılık üzerindeki etkisi tartışılmaz, üzerimizdeki hantallık gitsin diye 15 dakikalık molada Bülent Ersoy’dan ‘Senin Olmaya Geldim’ şarkısının çalınması uygun görüldü...

Telefondan Bülent Ersoy çalarken, ortada boş boş gezip, sağa sola bakmak doğru olmaz, herkes toparlandı oturduğu yerden ciddiyetle onu dinlemeye başladı... Üzerimizde yarattığı etkiyle sus pus olduk. Şarkı bitiminde hiçbirimizin çocukken anne veya anneannesiyle elele tutuşup Bülent Ersoy’u canlı dinlemeye gitmediği ortaya çıktı... O gün itibariyle, İstanbul’da ilk nerede çıkarsa oraya hep beraber gidileceğine dair ant içildi...

Ayrı bir itiraf da şu ki; geleneksel kültürümüzün önemli bir parçasını oluşturan gazinoları ancak Yeşilçam filmlerinden tanıyorum ve bir kere bile ayak basmadım...

Sanki her akşam eve gitmeden önce uğrarmışım gibi kendime yakın hissettiğim, hakkında bir haber gördüğümde hemen okuduğum ‘Günay’da Bülent Ersoy çıkıyor gidiyoruz’ mesajını aldınca ‘yes sir’ diyerek hazır ola geçtim.

Cuma akşamı altı kişi kolkola girip Günay’ın yolunu tuttuk. Sıcak, samimi bir mekan olacağını hayal ettiğim Günay tamam ama Uluslararası Montu Merid Müzik Doktoru ünvanlı, Japonya’dan tescilli ‘yüzde yüz kusursuz’ sesli Bülent Ersoy’dan açıkçası biraz da korkarım... Zihnime onun müzisyen naifliği değil de, daha çok agresif yapısı yerleşiktir... Acaba haksızlık mı ediyorum?

Saat 21:00- İçeri adımımızı atıyoruz. Güler yüzler bizi karşılıyor. Benim küçük hayal ettiğim mekan oldukça büyük, ve tıklım tıklım. İlk kez geliyoruz, bir daha da ne zaman geliriz meçhul diyerek en önden ayırttığımız yerimiz torpilli seyirciymişiz imajı yaratıyor. Sahnede güzel sesli ve İtalyan bakışlı Hürriyet Hanım... Frank Sinatra’dan My Way’i söylüyor... Değişik. Masaya doğru yürürken annemlerin 1980’lerde çektirdiği bir fotoğraf karesinin için girmiş gibi adımlarımı dikkatli atıyorum... Ortamın ciddi bir ağırlığı var, üstlerde vazgeçilmez parıltılı siyahlar, saçlar topuz... Beyler takım elbise... Benim saçlarım home made, gömleğim beyaz... Onu düşünüyorum...

Saat 22:30- Sahnede Hasan Yıldırım... İnsanın içine işleyen bir sesi var... Volkan Konak’tan Cerrahpaşa’yı söylüyor... Gözlerim doluyor... Bu nasıl bir ses?

Bu arada yemekler geliyor, gidiyor, yenileri geliyor... Herşey oldukça lezzetli, İstanbul’da genelde bizi tokatlamalarına alışık olduğumuz garsonlar yerine eski sevecenlik, iyi niyet, güler yüz insanın keyfine keyif katıyor...

Saat: 00:00 - Oryantal Didem...

Saat: 00:30- 3:00 Bülent Ersoy... Arka taraflar uzun süredir ayakta dans eder durumda... Bülent Ersoy sahneye çıkınca ciddi bir alkış, fanatik haykırışlar... Biz gözümüzü ayıramıyoruz... Sahneye adım attığında yan tarafta konuşanlara bir bakış fırlatıyor, benim tükürüğüm boğazıma kaçıyor... Onu bu kadar yakından izlemek çok farklı... Mikrofonsuz söylüyor... İnanmak zor... Öndeki masalardan birinin üzerindeki tabak, bardak ne varsa yere atıp masaya oturuyor... Masanın sağından ve solundan garson çocuklar çıkıp cam kırıklarını yerde emeklemek suretiyle temizliyorlar... Sonra tekrar ayağa kalkıp, hem sohbet ediyor, hem şarkılarını söylüyor... Gözünü başka bir masaya diktiği an garsonlar orada toparlanıyor... Masadaki tabak, çanağı 4 bir elden yan tarafa kaydırıp, zayiatı azaltmaya çalışıyorlar... İçtiği her içkinin bardağını yere fırlattığı için, o içince hepimiz gayri ihtiyari yüzümüzü kapatıyoruz...

Etraftaki ciddi abilerin arasında bizim masamız sırıtıyor, buna şüphe yok. Bu bariz fark Bülent Hanım’ın da gözünden kaçmamış olacak ki, bize her baktığında suratının şekil değiştirmesi bu sebepten sanırım...

Cinsiyet değiştirmek ve bunu tüm sevenlerine kabul ettirerek, sanat yaşamını 40 sene boyunca medyanın gözü önünde yaşatmak cesaret ister... Onu izlerken başından geçenleri, sıradışı hayatını düşündüm... Başarılarla dolu, çok zor bir hayat... Türkiye’ye renk katan enteresan bir kadın, İstanbul’un tarih kokan bir mekanında şarkı söylüyor... Ben de dinliyorum... Şanslıyım.. Başından sonuna, 5 saatlik acayip bir süreç geçiriyorum...

Türkiye, sosyoloji, cinsiyet ayrımı, aile yapısı, değer yargıları, gelenekler, para, müzik ve daha neler neler geçiyor aklımdan... Karşımda muazzam bir tarih var, eğer denk gelirseniz mutlaka tavsiye ederim... Arada değişiklik yapmakta, kafayı farklı çalıştırmakta yarar var... Tecrübe ediniz...

6 Ocak 2011 Perşembe


'Benim işim dolaylı anlatım olamaz. Gözü okşayan halılar boyamak, dantaller örmek, modayı izlemek yani Tanrı'nın armağınını ters yüz etmek, Zeitgeist'a- zamanın ruhuna boyun eğmek... bana uymaz. Ben 60'ların insanıyım. Benim için Gogol'ün, Belinski'nin, Turgenyev'in, Tolstoy'un idealleri hala yaşıyor. Mütevazi çabam, vargücümle düşüncelerimi gerçeğe yaklaştırmaktadır. Çevremdeki yaşam beni olağanüstü etkiliyor ve huzursuz kılıyor, adeta kendiliğinden tuvale akıyor. Gerçekçilik öylesine acımasız ki, oturup nakış motifleriyle vakit geçirmeye vicdanım elvermez- en iyisi bu işi iyi yetişmiş soylu hanımefendilere bırakalım.'

İlya Repin

4 Ocak 2011 Salı

FRIDA- DIEGO-AŞK-EVLİLİK




Beklettim seni 2011, kusura kalma. Ama geldim işte buradayım, panik yapma. Düşündüm düşündüm 2011’e girişimiz sağlam olsun, attığımız adım yerini bulsun dedim. Yılın ilk konusunu seçerken biraz hassas davrandım. Ancak etrafımda bana ilham veren onlarca arkadaşım olması da benim şansım herhalde diyelim...

Yaş itibariyle sağımda solumda mütemadiyen evli çift görme oranım artıyor. Kendilerini gözlemleme ve uzun dönemde hayat karartma prosedürünü nasıl da başarıyla ele aldıklarını izlemek, bana ayrıca haz veriyor...

Evleneli henüz altı, yedi ay olmuş kişilerin daimi gücü ellerinde tutma ve ilişkinin iplerini eline geçirmek suretiyle ortamı germe çabaları takdire şayan. Kendisi bu yazıyı yazmama ilham kaynağı olmuş, çok sevgili arkadaşım SS sana sesleniyorum. Rahat ol, beklenmedik bir mani çıkmazsa daha beraber geçirecek 50 yılınız var. Bırak da bazen telefonuna 3 dakika geç geri dönüş yapsın!

Hayat zaten yeterince karmaşık ve güçken evlilik adı altında kişilerin birbirine yapmış oldukları zulüm bence tartışılmalı. ( Hayali düzenekte liste oluşturulurken dayak diye bir olay yokmuş gibi yapılmış, listeye dahil edilmemiştir.)


Çevrede gözlemlediklerim:

  • Karısı haftada iki kere arkadaşlarıyla futbol maçı yapmasına kızdığı için, her maçtan sonra benzinlikte üstünü başını değiştirip, kirlileri yıkansın diye takım arkadaşına veren genç...
  • Kocası başkalarıyla dışarı çıkmasını istemediği için bizi sokakta her gördüğünde aylardır görüşmüyormuşuz gibi yapan tatlı kız...
  • Lise arkadaşlarıyla Sapanca’ya gidilip, gençlikten bir gün çalınmasının aldatma eylemiyle eş değer tutulması. Bu aktiviteye katılınacaksa boşanacağını dillendiren kızımızın eşinin jet hızıyla Sapanca’ya gidişi. Ardından yatakta zamansız ağlayışlarla, sinir krizleri geçiren bir çift mahsun eş gözü...
  • Haftasonları resim kursuna gittiği için ‘çocuk musun’ diyerek dalga geçilen, ‘daha önemli işlerimiz var, boşver kursu’ diyerek kadının kendine ayırdığı bir kaç saate de göz diken, bunun yerine eşini Migros’a alışverişe götürüp domates biber seçtiren yakışıklı..
  • Güzelliğine hayran olup, ilk görüşte aşık olduğu karısının mini bir etek, hoş bir elbise, çarpıcı bir renk giyip sokağa çıktığında güzel olmasına sinirlenen asabiyet...
  • Düğün hazırlıkları esnasında müstakbel eşi ve ailesi çok fazla istekte bulundu diye bunu facebook’ta ifşa eden dallama...

Sizlere tek bir önerim var; Frida Kahlo ve Diego Rivera sergisine gidin.

Evlilik işte öyle birşey ... Yeteneğe yetenek, ilhama ilham, özgürlüğüne özgürlük katan, seni değiştirmeye değil geliştirmeye çalışan, sana ters gelen herşeye karşı çıkma gücünü veren, yatağa bağlanıp ölmek üzere olduğunu bilsen de sana resim yaptırabilen...

Pera Müzesi’nde 20 Mart’a kadar devam edecek olan sergiye; azim, sevgi, aşk, hayalkırıklığı ve acının en yoğun hallerini, bir evliliği ve yarattığı iki ayrı devi görmek için gitmelisin..